Kastamonu Lahikası - page 385

yanlış eder, zulmeder. Fakat, kader başka noktalara ba-
kar, adalet eder.
İşte, bugünlerde, elîm bir endişe ile
Risale-i Nur
daire-
sine temas eden üç mesele, adalet-i kaderiye noktasında
manevî suale cevaben ihtar edildi.
Birinci sual:
neden fedakâr, yüksek bir şefkati taşıyan
vâlide, bu zamanda, veledinin malından irsiyet almasın-
dan mahrum edildi, kader müsaade eyledi.”
Gelen cevap şu:
Valideler bu asırda, bir aşılama sure-
tinde şefkatlerini yanlış bir tarzda sarf etmeleridir ki, “ev-
lâdım, şanüşeref rütbesinde memuriyet kazansın” diye,
bütün kuvvetleriyle, evlâtlarını dünyaya, mekteplere sevk
ediyorlar. Hatta, mütedeyyin de olsa, kur’ânî ilimlerin
okunmasından çekip, dünya ile bağlarlar. İşte bu şefka-
tin bu yanlışından, kader bu mahrumiyete mahkûm etti.
İkinci suâl: Risale-i Nur
’la münasebettar bazı zatlara
acıdım, “neden pederinin malından hakkı iki sülüs iken,
o haktan, kısmen mahrumiyete, kader-i İlâhî neden mü-
saade etti?”
Gelen cevap:
Şu asırda, öyle acip bir aşılamakla, ebe-
veynine hürmet ve peder ve validesinin şefkatlerine mu-
kabil, bilâkaydüşart kemal-i hürmet ve itaat lâzım iken,
ekseriyetle o hakikî hürmet ve itaat bozulduğundan, iki
sülüs almaktan zulmen mahrum edildiler. kader, bunla-
rın kusuruna binaen müsaade etti. kızlar ise, gerçi baş-
ka cihetlerde kusurları çok, fakat zaafiyetlerine binaen,
K
astamonu
L
âhiKası
| 385 |
suzluğu, tam ve mükemmel itaat.
kısmen:
kısmî olarak, bir kısım.
Kur’ânî:
Kur’an’a ait, Kur’an’dan
gelen.
mahkûm:
kendine hükmolunan,
hükümlü.
mahrum:
bir şeye sahip olama-
yan, yoksun.
mahrumiyet:
mahrumluk, diledi-
ğini, istediğini elde edememe, na-
sipsizlik, hissesizlik.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mektep:
öğrenim yeri.
memuriyet:
memurluk.
mesele:
önemli konu.
mukabil:
karşılık.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
müsaade:
izin.
mütedeyyin:
dinin emirlerini ek-
siksiz yerine getiren, dindar, dine
bağlı.
peder:
baba.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sarf:
harcama.
sevk:
yöneltme.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sülüs:
üçte bir.
şan ü şeref:
şan ve şeref.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
tarz:
biçim, şekil.
valide:
ana, anne.
velet:
çocuk.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük, der-
mansızlık.
zat:
kişi, şahıs.
zulmen:
zulümle, haksızlıkla, zul-
mederek.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, düzenli ve dengeli oluş.
adalet-i kaderiye:
kaderin
adaleti.
asır:
yüzyıl.
bilâkaydüşart:
kayıtsız ve
şartsız.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
cihet:
yön.
ebeveyn:
ana baba.
ekseriyetle:
daha ziyadesiy-
le, çoklukla, çoğunlukla.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
endişe:
kaygı.
evlât:
çocuklar.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, fe-
da eden.
gerçi:
her ne kadar...
hâk:
pay, hisse.
hakikî:
gerçek.
hürmet:
saygı.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
irsiyet:
varis olma, mirasçılık.
itaat:
söz dinleme, boyun eğ-
me, emre uygun hareket et-
me.
kader:
İlahî hüküm; Cenab-ı
Hakk’ın takdir ve tayin etme-
si.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kemal-i hürmet:
hürmetin
mükemmelliği, tam ve kusur-
suz mükemmel hürmet.
kemal-i itaat:
itaatin kusur-
1...,375,376,377,378,379,380,381,382,383,384 386,387,388,389,390,391,392,393,394,395,...478
Powered by FlippingBook