himayetkâr ve şefkatkâr ellere ziyade muhtaç bulunduk-
larından, hürmetlerini peder ve validelerine karşı ihtiyaç-
larını hassasiyetle bir cihette ziyadeleştirdiklerinden, be-
şerin zalim eliyle, kardeşlerinin kısmen haklarını, muvak-
katen onlara vermeye müsaade etti.
Üçüncü sual:
Bazı mütedeyyin zatların, dünyadar ha-
remleri yüzlerinden ziyade sıkıntı çekmeleri nedendir?
Bu havalide o nevi hâdiseler çoktur.
Gelen cevap:
o mütedeyyin zatlar, diyanetlerinin
muktezası, böyle serbestiyet-i nisvan zamanında öyle
serbest kadınların vasıtasıyla, dünyaya girişmeleri hatala-
rından, o kadınların eliyle tokat yemelerine kader mü-
saade etti.
Mütebakîsi, bir mübarek hanımın şuursuz müdahale-
siyle geri kaldı.
ì@í
‡
165
·
Evvela:
Bu mübarek ramazan-ı şerifteki dualar, ihlâsı
bulmak şartıyla, inşaallah makbuldür. Fakat, maatteessüf,
ekseriyetçe risale-i nur Şakirtlerinin nazarlarını dünyaya
çevirmek ve huzur-i kalbi bozmak için, bazı taarruzlar
yüzünden o ihlâs, o huzur-i tam, bir derece zedelenir;
merak etmeyiniz. Her şeyi Cenab-ı Hakka havale edip,
öyle taarruzlara ehemmiyet vermeyin. Atıf’a da yazınız,
merak etmesin ve müteessir olmasın. o da, bir
beşer:
insan, insanlık.
cihet:
yön.
diyanet:
dinî emirlere riayet, din-
darlık.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
dünyadar:
dünya işleriyle uğra-
şarak mal mülk sahibi olan, dün-
yalık.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ekseriyet:
çoğunluk.
evvelâ:
birinci olarak, her şeyden
önce, ilk olarak.
hâdise:
olay.
harem:
kadın eş.
hassasiyet:
hassaslık, dikkatlilik,
ihtimamlılık.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
havali:
bölge, etraf, çevre, civar.
himayetkâr:
koruyucu.
huzur-i kalp:
kalben huzur duy-
mak.
huzur-i tam:
tam bir huzur.
hürmet:
saygı.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
kader:
İlahî hüküm; Cenab-ı
Hakk’ın takdir ve tayin etmesi.
kısmen:
kısmî olarak, bir kısım.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzüle-
rek belirteyim ki.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
mukteza:
iktiza eden, gere-
ken.
muvakkaten:
geçici olarak.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müdahale:
karışma.
müsaade:
izin.
mütebâkî:
geri kalan.
mütedeyyin:
belli bir dini ka-
bul etmiş.
mütedeyyin:
dinin emirlerini
eksiksiz yerine getiren, din-
dar, dine bağlı.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
nevi:
çeşit, tür.
peder:
baba.
Ramazan-ı Şerif:
mübarek,
şerefli Ramazan ayı.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
serbestiyet-i nisvan:
kadın-
ların açık-saçıklıkta ileri git-
mesi.
sual:
soru.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkatkâr:
şefkat gösteren,
merhamet ve acıma duygu-
suna sahip olan, şefkatli.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
valide:
ana, anne.
vasıta:
aracılık.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
artma, çoğalma; fazl,
çok.
| 386 | K
astamonu
L
âhiKası