Kastamonu Lahikası - page 389

kırk dereceden geçmesiyle tebeyyün eden, zehirlemek-
ten gelen şiddetli hastalık hengâmında, kardeşimiz
Atıf’ın habbe gibi hâdisesini, hariç valiler kubbe yaparak,
buranın hem adliye, hem zabıta, hem vilâyete şifrelerle
Risale-i Nur
aleyhine sevk edildiği aynı zamanda, iki sa-
at evvel,
Mu’cizat-ı Ahmediye
İstanbul’dan koşup imda-
da gelmiş. Masada iken, Yirmi dokuzuncu söz ve kera-
metli
İşaratü’l-İ’caz
, tosya kasabasından imdada gelmiş
gibi, aynı vakitte yaldızlı ciltleriyle masa üzerinde durur-
ken, onların müsadere endişesi ve elliden ziyade sair ri-
salelerin de namazsız ellerin zaptına geçmek ihtimali ve
şiddetli hastalığın konuşturmamak vaziyetiyle beraber,
Risale-i Nur
’un o üç kerametli risaleleri, öyle harika bir
himayet ve muhafazaya vesile ve o zehirlendirmeye pan-
zehir ve tiryak oldu ki, bu hale muttalî olan bizler, şimdi
de hayretteyiz. güya hiçbir hastalık yokmuş gibi, gayet
kuvvetli, hem şiddetli tokatlar vurarak, o düşmanlık vazi-
yeti dostluğa çevrildi.
Hem adliyenin büyük memurları ve taharri komiserle-
ri, şiddetli taharri ve müsadere için geldikleri hâlde, elli-
den ziyade kitaplardan hiçbirine el uzatmadan, yalnız o
risalelerin kerametlerini kısmen dinleyerek onların ma-
nevî himayeti altında muhafaza edildi. Yalnız Müdafaat
ve on Altıncı Mektup ve ramazaniye risalesini, müta-
lâa etmek için biz verdik.
üçüncü günde, daha şiddetli arama ve taharri etmek,
zabıtanın siyasî komiseri bir taharri komiseriyle geldiği
K
astamonu
L
âhiKası
| 389 |
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sâir:
diğer, başka, öteki.
sevk:
yöneltme, gönderme.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
taharri:
arama, araştırma.
tebeyyün:
meydana çıkma, gö-
rünme, belli olma, anlaşılma.
tiryak:
en iyi çare, baş ilâç.
vaziyet:
durum.
vesile:
aracı, vasıta.
vilayet:
il.
yaldız:
süs.
zabıta:
şehir güvenliğini sağla-
makla vazifeli bulunan idare, po-
lis.
zapt:
idaresi altına alma, tutma.
ziyade:
çok, fazla.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
aleyh:
karşı, karşıt.
endişe:
kaygı.
evvel:
önce.
gayet:
son derece.
güya:
sanki.
habbe:
tane.
hâdise:
olay.
hariç:
dışarı.
harika:
olağanüstü.
hengâm:
zaman, sıra.
himayet:
koruma, esirgeme.
ihtimal:
olabilirlik.
imdat:
yardım.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler veya tabiatüstü hâdiseler.
keramet:
ermişçesine yapı-
lan iş, hareket veya söylenen
söz, fikir.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
kubbe:
gökyüzü, sema.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mu’cizat-ı ahmediye:
Pey-
gamber Efendimizin (asm)
gösterdiği mu’cizeleri anlatan
On Dokuzuncu Mektup risale-
si.
muhafaza:
koruma.
muttali:
bir işten haberi olan,
bilgili, haberdar.
müdafaat:
müdafaalar, sa-
vunmalar.
müsadere:
toplatma, elden
alma.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca dü-
şünme, dikkatli okuma.
panzehir:
zehirin tesiri gider-
me özelliği olan madde.
1...,379,380,381,382,383,384,385,386,387,388 390,391,392,393,394,395,396,397,398,399,...478
Powered by FlippingBook