Abdülmecid Diyarbakır’da bulunan Askeri Rüştiyede Arapça öğretmenliğini yaptı ve tekrar (1920)
Van’a döndü. Van’da da öğretmenliğe devam etti. Bu kez yedi yıl burada kaldı (1920-27). Şeyh Said
Hadisesi ile öğretmenlik görevinden alınınca Van’dan Ergani’ye geçti. Ergani’de bir manifatura dükkânı
açarak hayatını devam ettirdi. 1936 yılına kadar Ergani’de yaşadıktan sonra çocuklarının eğitimi
sebebiyle Malatya’ya göç etti. Burada Cumhuriyet Çarşısında (Eski adı Kürtler Çarşısı) manifaturacılık
yaptı. Örnek bir ticarî ahlâka sahip olması kısa zamanda çevresinin dikkatini çekti. Siftah ettikten
sonra gelen müşterilerini henüz siftah yapmamış komşu esnafa göndermek suretiyle ticarî ahlâka
katkıda bulundu. Bu davranışı çoğu kez tekrarladı. Hiçbir komşusunu incitmemesi, sempatik oluşu ve
sürekli bir şekilde sohbetlerinde imanî konulara ağırlık vermesi, etrafındaki sevgi çemberinin giderek
büyümesine sebep oldu. Malatya’da dört yıl kaldıktan sonra Ürgüp’e müftü olarak tayin edildi (1940).
Ürgüp’te on iki yıl müftülük yaptı. Burada acı-tatlı çok sayıda hadiseye tanık oldu. Bediüzzaman’ın
kendisine tevdi ettiği eserlerinden İşaratü’l-İ’caz ile Mesnevi-i Nuriye’yi Arapçadan Türkçeye tercüme
etti. Bu eserlerden talebelerine dersler okuttu. Diğer taraftan hayatında çok büyük iz bırakan evlât acı-
sını burada tattı. Üniversitede okuyan ve gelmesini dört gözle beklediği oğlu Fuat’ın vefat haberini bu-
rada aldı. Abdülmecid’in acılarla dolu hayatı neredeyse vefatına kadar devam etti. Bediüzzaman, kar-
deşinin yaşadığı sıkıntılı halet-i ruhiyeye Mektubat isimli eserinde, Yirmi Sekizinci Mektubun Üçüncü
Meselesinde yer vermiştir.
Abdülmecid, on iki yıl boyunca sürdürdüğü müftülük görevinden alınmasına rağmen üç yıl daha
Ürgüp’te kaldı. Gerek müftülüğü sırasında ve gerekse görevden alındıktan sonra iman hizmetini de-
vam ettirdi. Çok sayıda talebe yetiştirdi. Her fırsatta imanî konularda çevresinde bulunanları aydınlat-
maya gayret sarf etti. Mantık adlı eseri yazdığı gibi, Haleb-i Sağir ve Kaside-i Bürde şerhini de kaleme
aldı. Abdülmecid, on beş yıl Ürgüp’te kaldıktan sonra 1955 yılında Konya’ya gitti. Buraya geldikten son-
ra büyük hasretini gidermek maksadıyla Isparta’ya giderek çok uzun zamandan beri ayrı düştüğü Be-
diüzzaman Hazretlerini ziyaret edip, hasret giderdi. Bu ziyaret Bediüzzaman Hazretlerini de son dere-
ce sevindirdi.
Abdülmecid, Konya’ya geldikten bir süre sonra, tekrar öğretmenliğe başladı. Bu sırada 74 yaşında
olmasına rağmen okula yaya olarak gidip geldi. Öğretmenlik görevini sürdürmeye devam ederken se-
bepsiz yere tekrar görevden alındı.
Bediüzzaman, vefatından önce bir kez daha Konya’ya geldiyse de uzun süre görüşmeleri mümkün
olmadı. Zaten bu görüşme veda görüşmesi olup, evin önünde gerçekleşti. Bediüzzaman, arabadan in-
meden kapının önünde kardeşiyle vedalaştı ve Urfa’ya doğru yola çıkacağını söyledi.
Abdülmecid’i en çok sarsan olayların başında kuşkusuz, Bediüzzaman’ın ebedî istirahatgâhında bi-
le rahat bırakılmaması gelir. Vefatından birkaç ay geçtikten sonra, kendisine zorla imzalattırılan bir ya-
zıya dayanılarak Bediüzzaman’ın kabri açıldı ve naaşı bir gece Urfa’daki mezarından alındı. Abdülme-
cid’in, gözleri bağlı bir şekilde içinde bulunduğu bir uçakla taşınan naaş, bilinmeyen bir yere götürüle-
rek defnedildi. Bediüzzaman’ı hayatta iken rahat bırakmayanlar, vefatından sonra da rahat bırakma-
mışlardı.
Abdülmecid, 1967 yılı geldiğinde herkes ile vedalaşmaya başladı. Ona göre ölüm vakti gelmişti.
Çünkü Bediüzzaman son buluşmalarında kardeşine, kendisinden yedi yıl sonra öleceğini söylemişti.
Abdülmecid, Bediüzzaman’ın her söylediğinin gerçekleştiğini müşahade edenlerden biri idi ve buna
bütün kalbi ile inanıyordu. Nitekim de öyle oldu. 11 Haziran 1967 Cuma günü vefat etti. Kaderin garip
bir cilvesidir ki, oğlu Fuat da 23 yıl evvel 9 Haziran 1944 Cuma günü vefat etmişti. Risale-i Nur’a
gönülden bağlı olan Abdülmecid, Mesnevî-iNuriye’yi Arapçadan Türkçeye çevirdikten sonraki
duygularını “İtizar” başlığı altında, aynı kitapta ifade etmiştir. (Mesnevî-iNuriye, s. 9.)
ahmEt FEYZi:
Bediüzzaman Hazretlerinin, “Nur’un asıl avukatı” olarak nitelediği Ahmet Feyzi
Kul’dur. Risalelerde adı geçen Feyzi isimli üç Nur Talebesi vardır. (Mehmet, Hasan, Ahmet) Bediüzza-
man, Ahmet Feyzi için, ayrıca, “Feyzilerin bir kahramanı” da der. Bu unvanları, Afyon Mahkemesindeki
savunmasından ötürü kazanmıştır. Bu savunmalar Külliyatın Şualar adlı eserinde mevcuttur.
Ş
ahıs
B
ilgileri
| 396 | Kastamonu LâhiKası