“neden beni imanla terbiye ettirmediniz?” Şefaat yerin-
de, şekvacı olur.
İkinci Mesele:
dünkü gün, beş tevafuk-i lâtifeden kat’î
bir kanaat bize geldi ki, en cüz’î ve ehemmiyetsiz işleri-
mizde de inayetkârâne bir dikkat altındayız.
• Birincisi: Ben kapıya çıktığım vakit, me’mulün hi-
lâfında, risale-i nur Şakirtlerinden dört tane Ahmed’ler
–bana alâkadar birer maksadı yapacak– birden, beraber
kapıya geldiler. İki tane köylerden, ikisi de burada ayrı
ayrı mahallelerden.
Hem yine,
Risale-i Nur
’un mühim bir talebesi, köroğ-
lu Ahmed’e bir miktar yoğurt; hem teberrük, hem tayın
olarak verdik. daha elinde yoğurdu tutarken,
Risale-i
Nur
’un masum talebelerinden Hilmi’nin mahdumu Ah-
med, elinde öteki Ahmed’e verdiğim miktar yoğurtla ka-
pıyı açtı. risale-i nur talebelerinden altı Ahmed’in bir
günde bu çeşit tevafukatı, tesadüfe benzemez; belki o
Ahmed’lere nazar-ı dikkati celp eden bir işarettir.
•
İkincisi:
muhacir, fakir bir kadın, benden, bir teber-
rük istedi. Ben de bir gömlek verdim. Beş dakika sonra,
aynı isimde bir kadın, bir gömleği bana kabul ettirmek
için, mühim bir vasıtayı bulup gönderdi. tevafuk hatırı
için kabul ettim.
Hem aynı gün, bazı müstahak zatlara yarı yağımı ve-
rirken, kap fazla almış; pek azı bana kaldı. Aynen, onlar
daha o yağı almadan –benim niyetimde– bana kalacak
K
astamonu
L
âhiKası
| 367 |
teberrük:
bir şeyi bereket ve
saadet vesilesi sayarak almak ve-
ya vermek.
terbiye:
eğitim; iyi ahlak, saygı ve
edep öğrenme.
tesadüf:
rastlantı.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
tevafukat: tevafuklar, uygunluklar,
raslantılar, birbirine uygun gelişler.
tevafuk-i lâtife:
hoş ve güzel uy-
gunluk, katşı karşıya geliş, birbiri-
ni tutma ve münasebettarlık.
vasıta:
aracı.
zat:
kişi, şahıs.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
cüz'î:
küçük, az; kıymetsiz,
önemsiz.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
hilâf:
ters, karşı, zıt, aykırı.
iman:
inanç, itikat.
inayetkârâne:
lütuf ve hima-
yede bulunana yakışır suret-
te, yardım edene yakışır şe-
kilde.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat'î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
mahdum:
oğul, evlât.
masum:
suçsuz, günahsız,
saf, temiz.
me'mul:
umulan, ümit edilen,
beklenilen.
mesele:
önemli konu.
muhacir:
Osmanlı devletinin
son dönemlerindeki toprak
kayıpları nedeniyle, Balkan-
lar, v.s. yerlerden Türkiye'ye
göç edenlerden her biri.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bak-
ma, dikkatli bakış.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî'nin
eserlerinin adı.
şakirt:
talebe, öğrenci.
Şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun
bağışlanmasını dileme.
şekva:
şikayet.
talebe:
öğrenci.
tayın:
erzak.