‡
155
·
Aziz, Sıddık, Mücahit KardeşlerimHasanAtıf
ve SadıkRüfekası!
Evvelâ
: Bu Şuhur-i selâse-i mübarekenizi tebrik edi-
yoruz. sizin kalemlerinizin yadigârları ve
Risale-i
Nur
’dan ayrılmamak ve sebat etmek senetleri olan yazı-
larınızı ve dininizi dünyanın çok fevkınde tutmanıza işa-
ret veren dünya sureti üstündeki çizgilerinizi ve iman hiz-
metinde daima sebat etmenize vesikalar hükmündeki
imzalarınızı kemal-i memnuniyetle aldık, kabul ettik. Ce-
nab-ı Hak sizlere, hazine-i rahmetinden onların hurufatı
adedince defter-i a’malinize haseneler yazsın, âmin.
Aziz kardeşlerim, bu defa yazılarınızda İhlâs risaleleri-
ni gördüğüm için sizi o gibi risalelerin dersine havale
edip, ziyade bir derse ihtiyaç görmedim. Yalnız bunu ih-
tar ediyorum ki:
Mesleğimiz, sırr-ı ihlâsa dayanıp, haka-
ik-ı imaniye olduğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtima-
iyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve taraf-
girliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan tecerrüd etme-
ye, mesleğimiz itibarıyla mecburuz.
Binler teessüf ki,
şimdi müthiş yılanların hücumuna maruz bîçare ehl-i ilim
ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz’î kusuratı ba-
hane ederek, birbirine tenkitle, yılanların ve zındık mü-
nafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öl-
dürmesine yardım ediyorlar.
gayet muhlis kardeşimiz Hasan Atıf’ın mektubunda,
bir ihtiyar âlim ve vaiz
Risale-i Nur
’a zarar verecek bir
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cüz’î:
küçük, az.
defter-i a’mal:
insanların işlediği
ve yaptığı şeylerin kaydedildiği
defter; amellerin defteri.
ehl-i diyanet:
dindar kişiler.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
evvelâ:
birinci olarak, her şeyden
önce, ilk olarak.
fevkinde:
üstünde.
gayet:
son derece.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hâlât:
haller, durumlar, vaziyet-
ler.
hasene:
hayırlı amel, Allah rızası-
na uygun iş.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
hayat-ı dünya:
dünya hayatı.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hazine-i rahmet:
rahmet hazine-
si.
hurufat:
harfler.
hücum:
saldırma.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanç, itikat.
kemal-i memnuniyet:
tam bir
memnuniyet.
kusurat:
kusurlar, noksanlıklar,
eksiklikler, özürler.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri
altında bulunma.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
muhlis:
ihlaslı, samimî; bir işi hiç
bir karşılık beklemeden sırf Allah
rızası için yapan.
mübareze:
çatışma, kavga.
mücahit:
din uğrunda ve Allah rı-
zası için savaşan.
münafık:
nifak sokan, arabozucu;
kalbinde küfrü gizlediği halde
Müslüman görünen.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
rekabet:
rakip olma hâli, birbirini
çekememe.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rüfeka:
arkadaşlar, refikler.
sadık:
doğru, gerçek; sözün-
de, vaadinde, işinde doğru
olan.
sebat:
sözünde durma, karar-
lı olma, azimlilik.
senet:
dayanılacak ve güve-
nilecek şey, kuvvetli delil ola-
bilecek söz.
sevk:
yöneltme.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
sırr-ı ihlâs:
ihlas sırrı, samimi-
yet ve doğruluğun sırrı.
suret:
biçim, görünüş, yüz,
çehre.
şuhur-i selâse-i mübareke:
mübarek üç aylar; Recep, Şa-
ban, Ramazan.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
tarafgir:
bir tarafı tutan, ta-
raflı.
tecerrüt:
soyunma, soyutlan-
ma, uzak olma.
teessüf:
üzülme, acı duyma.
tenkit:
eleştirme.
vaiz:
vaaz eden, ibadet yerle-
rinde dinin emir ve yasakları-
nı anlatarak nasihat eden din
görevlisi.
vesika:
dayanılacak, güveni-
lecek sağlam delil, belge.
yadigâr:
bir kimseyi veya
olayı hatırlatan eşya veya
kimse.
zındık:
Allah’a ve ahirete
inanmayan, Allah’ı inkâr
eden, imansız, münkir.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
| 356 | K
astamonu
L
âhiKası