‡
151
·
Aziz, Sıddık,MübarekKardeşlerim!
Cenab-ı Hakka hadsiz şükrediyorum ki, bu acip za-
manda, sizin gibi halis, muhlis, mahviyetli, fedakâr kar-
deşleri bize ihsan eylemiş.
Bu defa Hüsrev’in, Hafız Ali’nin, Hafız Mustafa’nın,
küçük Ali’nin birbirine hitaben yezdıkları dört mektupla-
rını okudum. en derin kalbimde bir sürur, bir hiss-i şük-
ran, bir memnuniyet hissettim. Bu çok kıymettar kardeş-
lerimin ne derece âlihimmet ve yüksek ruhlu,
Risale-i
Nur
hizmetinde ne derece fedakâr olduklarını anladım.
Ve
Risale-i Nur
böyle kuvvetli ve halis ellere tevdi edildi-
ğinden, bize kat’î kanaat verdi ki,
Risale-i Nur
mağlûp ol-
mayacak. Bu kuvvetli tesanüt, onu daima yaşattırıp par-
lattıracak.
evet, kardeşlerim, sizler ihlâs sırrını tam muhafaza
ediyorsunuz. Bu kadar esbab-ı tefrika içinde vahdetinizi
muhafaza, hakikaten bir harikadır. Hafız Ali’nin hakika-
ten müstesna bir mahviyet ve tevazu içinde ihlâsı ve fe-
nâfi’l-ihvan düsturunu muhafaza etmesi ve Hüsrev’in ha-
kikaten tedbirce bana ihtiyaç bırakmayacak bir derecede
tedbir ve dirayeti ve Hafız Ali gibi yüksek ihlâsı ve mah-
viyeti, Hafız Mustafa’nın hizmet-i nuriyede büyük iktida-
rı içinde kuvvetli bir sadâkati ve fedakârâne teslimiyeti ve
hem Abdurrahman, hem lütfi, hem Hafız Ali manasını
taşıyan büyük ruhlu küçük Ali,
Risale-i Nur
hizmetini
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âlihimmet:
himmeti yüksek,
gayreti çok olan.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
dirayet:
zeka, anlayış, incelikleri
kavrayış.
düstur:
kaide, esas, prensip.
esbab-ı tefrika:
ayrılık sebepleri.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
fedakârane:
fedakârca, fedakâr-
lıkla.
fenâfilihvan:
tefanî, kardeşlerin
birbirlerinde fânî olması, yok ol-
ması.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikaten:
hakikat olarak, doğ-
rusu, gerçekten.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hârika:
olağanüstü.
hiss-i şükran:
teşekkür hissi.
hitaben:
hitap ederek, söyleye-
rek.
hizmet-i huriye:
Nur hizmeti, Ri-
sâle-i Nur için çalışma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
iktidar:
güç yetme, bir işi gerçek-
leştirmek için gereken kuvvet.
kanaat:
hırs göstermeden kısme-
tine razı olmak, elindeki ile yetin-
mek.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
mağlup:
yenilme, kendisine galip
gelinmiş.
mahviyet:
alçak gönüllülük,
kendini değersiz gösterme.
memnuniyet:
memnunluk,
sevinçli oluş.
muhafaza:
koruma.
muhlis:
ihlaslı, samimî; bir işi
hiç bir karşılık beklemeden
sırf Allah rızası için yapan.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müstesna:
benzerlerinden
üstün olan, seçkin, mümtaz.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dik-
kat ve tecrübe ile anlaşılan
en ince yanı.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile
Allah’ı hamd etme.
tedbir:
idare etme; önlem,
çare.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
teslimiyet:
teslim olma, bo-
yun eğiş.
tevazu:
alçak gönüllülük, bir
kimsenin başkalarını kendin-
den küçük görmemesi.
tevdi:
emanet etme.
vahdet:
birlik ve teklik.
| 348 | K
astamonu
L
âhiKası