Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, inayet-i İlâhiye
ve himayet-i rabbaniye devam ediyor. Fakat, yalnız
ehemmiyetli bir plânla, ayrı bir cephede, mütemerrit
münafıklar tarafından bir hücum var. Çok ihtiyat ve dik-
kat ve sebat ve tesanüt lâzımdır ki, tâ onların bu plânı da
akim kalsın.
plân da budur: risale-i nur talebeleri içinde tesanüdü
bozmak. on sekiz seneden beri hakkımızda programla-
rı, has talebeleri bizden kaçırmak, soğutmak idi. Bu
plânları akim kaldı. Şimdi, tesanüdü bozmak ve bazı
menfaatperest fakat ehl-i ilim ve ehl-i dinden,
Risale-i
Nur
’un cereyanına karşı rakip çıkarmak suretiyle intişa-
rına zarar vermeye çalışıyorlar.
Hem ramazan risalesinin ahirinde, nefs-i emmareyi,
her nevi azaptan ziyade, açlık ile temerrüdünü terk etti-
ği gibi; şimdiki ehl-i nifakın mütemerridâne sefahatinin
cezası olarak, umuma ve masumlara da gelen bu açlık,
derd-i maişet belâsından, ehl-i dalâlet istifade edip,
Risa-
le-i Nur
’un fakir şakirtlerinin aleyhine istimal etmek ihti-
mali var.
Madem şimdiye kadar ekseriyet-i mutlaka ile
Risale-i Nur Şakirtleri, Risale-i Nur hizmetini her belâya,
her derde bir çare, bir ilâç bulmuşlar; biz, her gün hiz-
met derecesinde, maişette kolaylık, kalpte ferahlık, sıkın-
tılara genişlik hissediyoruz, görüyoruz; elbette bu dehşet-
li yeni belâlara, musibetlere karşı da, yine Risale-i Nur’un
hizmetiyle mukabele etmemiz lâzımdır.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ediyoruz.
ì@í
ahir:
son.
akim:
neticesiz, sonu yok, başarı-
sız.
aleyh:
karşı, karşıt.
azap:
eziyet, işkence; büyük sı-
kıntı, şiddetli acı.
belâ:
musibet, sıkıntı.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
derd-i maişet:
geçim derdi ve
zorluğu, geçim sıkıntısı.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i din:
dindar, dinine bağlı,
dindar olanlar.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
ehl-i nifak:
iki yüzlü kimseler,
münafıklar, ara bozucular.
ekseriyet-i mutlaka:
mutlak ço-
ğunluk.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
himayet-i Rabbaniye:
her şeyi
terbiye ve idare eden Cenab-ı
Hakk’ın himayesi, koruması.
hücum:
saldırma.
ihtimal:
olabilirlik.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma, gele-
ceği düşünerek tedbirli hareket
etme.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yardımı.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
istimal:
kullanma.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
maişet:
geçim, geçinme.
masum:
suçsuz, günahsız,
saf, temiz.
menfaatperest:
menfaatini
seven, kendi çıkarını ve fay-
dasını düşünen, çıkarcı.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
musibet:
felaket, bela.
münafık:
nifak sokan, arabo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
halde Müslüman görünen.
mütemerrit:
temerrüt eden,
inatçı, kötü fiilinde inatlaşan.
mütemerritane:
dik başlılık-
la, inatlaşarak.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah işlerin yapılmasını
emreden nefis.
nevi:
çeşit, tür.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sebat:
sözünde durma, karar-
lı olma, azimlilik.
sefahet:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
selâm:
barış, rahatlık, sela-
met ve esenlik dileme.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile
Allah’ı hamd etme.
talebe:
öğrenci.
temerrüt:
inatçılık, hakkı ka-
bulde direnme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
umum:
bütün, herkes.
ziyade:
çok, fazla.
| 338 | K
astamonu
L
âhiKası