‡
144
·
Aziz, SıddıkKardeşlerim!
Birden ruhuma gelmiş bir endişeyi beyan ediyorum.
ehl-i dalâlet,
Risale-i Nur
’un elmas kılınçlarına muka-
bele edemedikleri için, şakirtleri içinde, derd-i maişet ci-
hetinden ve bahar mevsimi gafletinden istifade ederek,
meşrepler veya hissiyatları muhalefetinden, zayıf damar-
ları bulup şakirtler içindeki tesanüdü sarsmak istedikleri-
ni hissettim ve anladım.
Sakın, çok dikkat ediniz; içinize bir mübayenet düşme-
sin. İnsan, hatadan hâlî olamaz; fakat, tevbe kapısı açık-
tır. Nefis ve şeytan, sizi kardeşinize karşı îtiraza ve haklı
olarak tenkide sevk ettiği vakit, deyiniz ki: “Biz, değil
böyle cüz’î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimi-
zi ve dünyevî saadetimizi, Risale-i Nur’un en kuvvetli râ-
bıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize ka-
zandırdığı netice itibarıyla, dünyaya, enaniyete ait her
şeyi feda etmek vazifemizdir” deyip, nefsinizi susturu-
nuz. Medar-ı niza bir mesele varsa, meşveret ediniz. Çok
sıkı tutmayınız. Herkes bir meşrepte olmaz. Müsamaha
ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ederiz.
ì@í
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
beyan:
bildirme, açıklama, söyle-
me.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
derd-i maişet:
geçim derdi ve
zorluğu, geçim sıkıntısı.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
elmas:
çok değerli.
elzem:
daha (en, pek) lâzım, lü-
zumlu, gerekli.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
endişe:
kaygı.
feda:
uğruna verme, kurban ol-
ma.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzula-
rına dalmak.
hâlî:
boş, bir şeyden uzak, müs-
tesna.
haysiyet:
itibar.
hissiyat:
hisler, duygular.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
medar-ı niza:
kavga, çekişme se-
bebi.
mesele:
önemli konu.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
meşveret:
işlerin konuşup anlaş-
ma yoluyla halledilmesi, bir
konu hakkında çeşitli ve ehil
şahıslardan fikir alma.
muhalefet:
uygun olmama,
ayrılık; zıtlık.
mukabele:
karşı gelme, karşı
koyma.
mübayenet:
muhalefet,
uyuşmazlık, zıtlık.
mükellef:
sorumlu ve yü-
kümlü olan, bir şeyi yapmaya
mecbur olan, vazifeli.
müsamaha:
terk edilmesi va-
cip olmayan bir şeyi terk et-
me, bir suçluya karşı sertlik
göstermeyip yumuşaklıkla
muamele etme.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
rabıta:
münasebet, alâka,
bağ.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
saadet:
mutluluk.
selâm:
barış, rahatlık, sela-
met ve esenlik dileme.
sevk:
yöneltme, gönderme.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tenkîd:
eleştirme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
tevbe:
Allah’tan af dileme.
umum:
bütün.
vazife:
görev.
| 336 | K
astamonu
L
âhiKası