Kastamonu Lahikası - page 327

Mühim bir hakikati, bu hakikat münasebetiyle, bu za-
manda ehl-i medreseye ve hocalara taallûk eden bir me-
seleyi beyan ediyorum. Şöyle ki:
eski zamandan beri ekser yerlerde medrese taifesi
tekyeler taifesine serfüru etmiş, yani inkıyad gösterip on-
lara velâyet semereleri için müracaat etmişler, onların
dükkânlarında ezvak-ı imaniyeyi ve envar-ı hakikati ara-
mışlar. Hatta medresenin büyük bir âlimi, tekyenin kü-
çük bir velî şeyhinin elini öper, tâbî olurdu. o âb-ı hayat
çeşmesini tekyede aramışlar. Halbuki,
medrese içinde
daha kısa bir yol hakikatin envarına gittiğini ve ulûm-i
imaniyede daha safî ve daha halis bir âb-ı hayat çeşme-
si bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarikatten daha
yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarik-ı velâyet,
ilimde, hakaik-ı imaniyede ve Ehl-i Sünnetin ilm-i kelâ-
mında bulunmasını Risale-i Nur Kur’ân-ı Mu’cizülbe-
yan’ın mu’cize-i maneviyesiyle açmış, göstermiş;
mey-
dandadır.
İşte,
Risale-i Nur
’a herkesten ziyade kemâl-i şevk ile
taraftarâne ve müftehirâne medrese tâifesinden olan
ulemaların koşmaları lâzım ve elzem iken, maatteessüf,
daha medrese ehlinin ekseri kendi medresesinden çıkan
bu âb-ı hayat çeşmesini ve bu kıymettar bâkî hazinesini
tanımıyor, aramıyor, muhafaza edemiyor. lillâhilhamd,
şimdi tam tamına başladılar.
Sözler
mecmuası hem ho-
caları, hem muallimleri nurlara çekti.
K
astamonu
L
âhiKası
| 327 |
inkıyat:
boyun eğme, bağlanma,
teslim olma.
kemal-i şevk:
tam ve kusursuz
bir istek.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini
yapmaktan aciz bırakan Kur’an.
lillâhilhamd:
Allah’a hamdolsun
ki!.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzüle-
rek belirteyim ki.
mecmua:
toplanıp, biriktirilmiş,
düzenlenmiş yazıların hepsi.
medrese:
eski dönemde ders
okutulan düzenli öğretim kurulu-
şu.
mesele:
önemli konu.
muallim:
ders veren, öğretmen.
mu’cize-i manevîye:
manevî
mucize.
muhafaza:
koruma.
müftehirane:
iftiharla, övünerek,
gururlu bir şekilde.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
müracaat:
başvurma, danışma.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sâfî:
samimî, hâlis, saf.
semere:
meyve, güzel netice.
serfüru:
baş eğme, söz dinleme,
itaat.
şeyh:
tarikat dersi veren manevî
lider, mürşit.
taallûk:
alâkalı, münasebetli ol-
ma.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
taife:
takım, güruh.
taraftarane:
taraflı olarak, taraf
tutarak, taraftarlık ederek.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu.
tarik-ı velâyet:
velâyet yolu.
tekye:
zâkirlerin, dervişlerin zikir
ve ders için toplandıkları yer, tek-
ke.
ubudiyet:
kulluk.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
ulûm-i imaniye:
iman ilimleri,
imanla ilgili ilimler.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
velî:
Allah’ın sevgisine, himayesi-
ne kavuşmuş, ermiş kimseler, Al-
lah dostu, evliya.
ziyade:
çok, fazla.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
amel:
fiil, iş.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
ehil:
sahip, malik, yetki sahibi
olan.
ehl-i medrese:
medrese ehli,
medresede okuyanlar.
Ehl-i sünnet:
İslam’ı ilk gün-
kü safiyetiyle kabul ederek
dinden olmayan şeyleri karış-
tırmayıp, Hz. Peygamberin
sünnetinden ve yolundan ay-
rılmayanlar.
ekser:
pek çok.
ekserî:
çoğu kısmı.
elzem:
daha (en, pek) lâzım,
lüzumlu, gerekli.
envar:
nurlar, aydınlıklar, ışık-
lar.
envar-ı hakikat:
hakikat nur-
ları, gerçeğe ait ışıklar.
ezvâk-ı imaniye:
imanın ver-
diği zevk ve manevî lezzetler.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğruluk;
görülen bir şeyin aslı, esası.
halis:
samimî, her amelini
yalnız Allah rızası için işleyen.
ilim:
bilme, bilgi.
ilm-i kelâm:
kelâm ilmi, Ce-
nab-ı Hakkın zat ve sıfatların-
dan, nübüvvet, haşir, kader
gibi imana ait meselelerden
İslâmî esaslar dairesinde delil
ve bürhana dayalı olarak
bahseden ilim.
1...,317,318,319,320,321,322,323,324,325,326 328,329,330,331,332,333,334,335,336,337,...478
Powered by FlippingBook