bombalar yağdırmasını ifade eden
(1)
m
In
QÉ n
é p
ëp
H r
º p
¡«/
e r
ôn
J
cüm-
le-i kudsiyesi, bin üç yüz elli dokuz edip, dünyayı dine
tercih eden ve nev-i beşeri yoldan çıkaran medeniyetçi-
lerin başlarına semavî bombalar ve taşlar yağdırmasına,
tevafukla işaret ediyor.
İkinci cümle:
(2)
m
?«/
?°r
†n
J »/
a r
º o
g n
ór
«n
c r
?n
©r
én
j r
ºn
dn
G
kelime-i kud-
siyesi, eski zaman hâdisesindeki, kâbe’nin nurunu sön-
dürmek için hilelerle hücum edenlerin kendileri yokluk,
zulümat, dalâletinde aksülamel ile aleyhlerine dönmesiy-
le tokat yedikleri gibi, bu asrın aynen hilelerle, desiseler-
le, zulümlerle edyan-ı semaviye kâbesini, kıblegâhını da-
lâlet hesabına tahribe çalışan cebbar, mağrur ehl-i dalâ-
letin tadlil ve idlâllerine semavî bombalar tokadıyla ceza-
lanmasına, aynı tarihi
(3)
m
?«/
?°r
†n
J?/
a
kelime-i kudsiyesi bin üç
yüz altmış makam-ı cifrîsiyle tevafuk edip, işaret ediyor.
Üçüncüsü:
(4)
p
?«/
Ør
dG p
ÜÉn
ë°r
U n
Ép
H n
?t
Hn
Q n
?n
©n
a n
?r
«n
cn
ô n
àr
ªn
dn
G
cümle-i
kudsiyesi, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma hita-
ben, “senin mübarek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i
Mükerreme’yi ve kâbe-i Muazzama’yı harikulâde bir sû-
rette düşmanlarından kurtarmasını ve o düşmanların nasıl
bir tokat yediklerini görmüyor musun?” diye mana-i sari-
hiyle ifade ettiği gibi, bu asra dahi hitap eden o cümle-i
kudsiye, mana-i işarîsiyle der ki: “senin dinin ve İslâ-
miyetin ve kur’ân’ın ve ehl-i hak ve hakikatin cebbar
düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaati için
aksülamel:
tepki, reaksiyon.
aleyh:
ona karşı, onun üzerine.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selam onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
asır:
yüzyıl.
cebbar:
zorba.
cümle-i kudsiye:
mukaddes ve
mübarek cümle.
dalâlet:
hak ve hakikatten sap-
ma, doğru yoldan ayrılma, azma;
iman ve İslamiyetten ayrılmak,
azmak.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
dünyaperest:
dünyaya tapan,
dünyaya düşkün, tamahlı, hırslı
kimse.
edyan-ı semaviye:
semavî din-
ler, Allah tarafından gönderilmiş
olan hak dinler.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i hak ve hakikat:
hak ve ha-
kikat yolunda çalışan ve gerçeği
bulan insanlar.
hâdise:
olay.
harikulâde:
olağanüstü.
hitaben:
hitap ederek, söyleye-
rek.
hitap:
söz söyleme, topluluğa ve-
ya birisine karşı konuşma.
hücum:
saldırma.
idlâl:
dalâlete düşürme, doğru
yoldan çıkarma, saptırma, azdır-
ma.
Kâbe-i muazzama:
büyük Kâbe.
kelime-i kudsiye:
mukaddes, yü-
ce söz.
kıblegâh:
kıble tarafı, kıblenin
bulunduğu yer.
mağrur:
gururlu; kendini beğen-
miş, büyüklük taslayan.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam,
cifir hesabına göre ulaşılan neti-
ce, sayı değeri.
mana-i işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
mana-i sarih:
açık mana, remiz
ve ima yoluyla değil açık anlatım.
mekke-i mükerreme:
ke-
remli, aziz, mukaddes Mekke
şehri.
menfaat:
fayda.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
Resul-i Ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
semavî:
semaya ait, gökten
gelen; Allah tarafından olan,
İlahî.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tadlil:
azdırıp günah işletme.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
tevafuk:
uyma, uygunluk,
birbirine denk gelme.
zulümat:
karanlıklar, dinsiz-
lik, zulüm ve külür.
1.
Onlara ateşte pişirilmiş taşlar attılar. (Fil Suresi: 4.)
2.
Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? (Fil Suresi: 2.)
3.
Boşa çıkarma. IFil Suresi: 2.)
4.
Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? (Fil Suresi: 1.)
| 322 | K
astamonu
L
âhiKası