İşte, otuz sene evvelki cevaba
Risale-i Nur
dahi zelze-
leler bahsinde, böyle küçük bir hâşiye ilhak ediyor ki:
Herbir unsurun, maddî ve manevî kış ve zelzele gibi hâ-
diselerin, yüzer hayırlı neticeleri ve gayeleri varken, şer-
li ve zararlı birtek neticesi için onu vazifesinden durdur-
mak, o yüzer hayırlı neticeleri terk etmekle, yüzer şer
yapmak, tâ birtek şer gelmesin gibi hikmete, hakîkate,
rubûbiyete münafi olur. Fakat, küllî kanunların tazyikin-
den feryad eden fertlere, inayat-ı hassa ve imdadat-ı hu-
susiye ile ve ihsanat-ı mahsusa ile rahmânürrahîm, her
bîçarenin imdadına yetişebilir, dertlerine derman yetişti-
rir. Fakat, o ferdin hevesiyle değil, hakikî menfaatiyle
yardım eder. Bazen, dünyada istediği bir cama mukabil,
ahirette bir elmas verir.
ì@í
‡
134
·
üstadımızın ve
Risale-i Nur
’un ciddî hakaikleri içinde
en tatlı bir fâkihesi tevafuk olduğu için, kardeşlerimize,
yine bu iki gün zarfında küçük bir iki tevafuku, size bun-
dan evvelki tevafuka haşiye olarak, yazıyoruz.
evet, nasıl ki kelimatta ve kelimat-ı mektubede teva-
fuk, bir kasıt bir inayet-i hususiyeyi gösteriyor; bazen ha-
rika olup, keramet derecesine çıkıyor, bazen lâtif bir za-
rafet veriyor; aynen öyle de,
Risale-i Nur
’a ait ve üsta-
dımıza ait hâdisatta da aynen kastî ve inayetkârâne teva-
fuku, akvaldeki o ef’alde dahi görüyoruz.
K
astamonu
L
âhiKası
| 315 |
kilde.
kasdî:
bile bile yapılan.
kast:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
kelimat:
kelimeler, sözler.
kelimat-ı mektube:
mektuptaki
kelimeler, sözler.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya
tabiatüstü hâdiseler.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
lâtif:
güzel, hoş.
maddî:
madde ile alakalı, cisma-
nî.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menfaat:
fayda.
mukabil:
karşılık.
münafi:
zıt, aykırı.
Rahmanürrahim:
çok şefkatli,
çok merhametli olan Allah.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rububiyet:
Cenab-ı Hakk’ın her
zaman, her yerde, her mahluka
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onu terbiye etmesi ve idaresi al-
tında bulundurma vasfı.
şer:
kötülük.
tazyik:
zorlama, baskı, sıkıntı ver-
me.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
unsur:
madde, esas, kök.
üstad:
öğretici, öğretmen.
vazife:
görev.
zarfında:
süresince.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zerafet:
incelik, zariflik.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
akval:
sözler.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
derman:
ilaç, çare.
ef’al:
fiiller, işler.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
evvel:
önce.
evvelki:
önceki.
fakihe:
yemiş, meyve.
feryat:
haykırma, çığlık.
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
hâdise:
olay.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğruluk;
görülen bir şeyin aslı, esası.
hakikî:
gerçek.
harika:
olağanüstü.
haşiye:
dipnot.
heves:
nefsin hoşuna giden,
gelip geçici istek.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
ihsanat-ı mahsusa:
özel iyi-
likler ve bağışlar.
ilhak:
ilâve etme, ekleme,
katma.
imdadat-ı hususiye:
özel
yardım ve imdatlar.
imdat:
yardım.
inayat-ı hassa:
özel yardım-
lar.
inayet-i hususiye:
özel yar-
dım, koruma.
inayetkârâne:
lütuf ve hima-
yede bulunana yakışır suret-
te, yardım edene yakışır şe-