alâkadar olan insan için hakikî teselliyi ve istinat ve istim-
dat noktalarını yalnız Kur’ân veriyor.
en ziyade o teselli-
ye muhtaç, bu zamanda, bu asırda en ziyade kuvvetli bir
surette o teselliyi ispat eden, gösteren
Risale-i Nur
’dur.
Çünkü, zulümat ve evhamın menbaı olan tabiatı, o del-
miş geçmiş, hakikat nuruna girmiş. on Altıncı söz gibi
ekser parçalarında hakaik-ı imaniyenin yüzer tılsımlarını
keşif ve izah edip, aklı inkârdan ve tereddütlerden kur-
tarmış.
İşte bu hakikat içindir ki, bu çok usandırıcı ve dehşet-
li zamanda, usandırmayacak bir tarzda, çok tekrarla be-
raber, aklı başında olanları
Risale-i Nur
’la meşgul ediyor.
re’fet Beyin mektubunda dediği gibi,
“Risale-i Nur’un
en bariz hasiyeti, usandırmamak. Yüz defa okunsa, yüz
birinci defa yine zevkle okunabilir.”
pek doğru demiş.
Ri-
sale-i Nur
’un tercümanı, hakikî vazifesinin haricinde
dünyadaki istikbaliyata ara sıra bakması, bir derece zahi-
rî bir müşevveşiyet verir. Meselâ, bundan otuz kırk sene
evvel diyordu: “Bir nur gelecek, bir nuranî âlemi görece-
ğiz” deyip, o mana, geniş bir dairede ve siyasette tasav-
vur edilmiş.
Hem bundan on dört, on beş sene evvel, “dinsizliği
çevirenler müthiş semavî tokatlar yiyecekler” diye, bü-
yük, geniş, küre-i arz dairesindeki bu dehşetli hâdiseyi
dar bir memlekette ve mahdut insanlarda tasavvur etmiş.
Halbuki istikbal, o iki ihbar-ı gaybiyeyi tasavvurunun pek
fevkınde tefsir ve tabir eyledi.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
asır:
yüzyıl.
bariz:
açık, besbelli.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ekser:
pek çok.
evham:
vehimler, zanlar, kurun-
tular.
evvel:
önce.
fevkinde:
üstünde.
hâdise:
olay.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğruluk; görü-
len bir şeyin aslı, esası.
hakikî:
gerçek.
hariç:
dışarı.
hasiyet:
bir şeye has özellik, nite-
lik.
ihbar-ı gaybiye:
gayba ait haber,
geçmiş veya gelecek zamana ait
haber.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, kabul ve tasdik et-
meme.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
istikbal:
gelecek zaman.
istikbaliyat:
geleceğe ait şeyler,
olaylar.
istimdat:
medet dileme, imdat
isteme, yardıma çağırma.
istinat:
dayanak.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
keşif:
gizli bir şeyi veya bir
sırrı kalp gözüyle görerek öğ-
renme.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
mahdut:
sınırlı, belirli.
menba:
kaynak.
meselâ:
örneğin.
müşevveşiyet:
karışıklık, kar-
makarışık vaziyet.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
semavî:
Allah tarafından
olan, İlâhî.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tabiat:
.
tabir:
yorum, yorumlama.
tarz:
biçim, şekil.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şe-
killendirme, düşünme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
tereddüt:
kararsızlık, şüphe-
de kalma.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
tılsım:
herkesin bilip çözeme-
diği gizli sır.
vazife:
görev.
zahirî:
görünüşte olan; zahire,
dışa ait olan.
ziyade:
çok, fazla.
zulümat:
karanlıklar, dinsiz-
lik, zulüm ve külür.
| 306 | K
astamonu
L
âhiKası