onun konuşması ve kelâmı olmadığını ve kelâmullah ol-
duğunu ispat etmekle, haşr-i cismanîyi tafsilâtıyla bu iki
noktadan yine ispat ediyor.
Elhâsıl: Risale-i Nur
’da iman-ı billâh ve iman-ı bilyev-
mi’l-ahire olan iki kutb-i imanî, tam birbirine müsavi ge-
lecek bir derecede ispat edilmiş. Yalnız bu kadar var ki,
haşr-i cismanî kısmen sarihan ve kısmen zımnî ve tebaî
ispat edilmiş. Çünkü, bu âlem-i şahadet, sâniini gayet sa-
rih ve zahir gösteriyor ve haşri zımnî ve perdeli haber ve-
rir. İnşaallah bir zaman,
Risale-i Nur
’un şakirtlerinden bi-
risi veya birkaç tanesi, o dokuz makamı ve berâhini telif
edecek ve Mukaddeme-i Haşriyenin başındaki âyât-ı aza-
mın dokuz fıkrasının hazinelerini,
Risale-i Nur
’da münte-
şir haşr-i cismanî berahiniyle ve kalplerine gelen sünuhat
ve ilhamat ile açıp, dokuzuncu Şuaı onuncu sözden da-
ha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmil edecek.
Bütün kardeşlerimize birer birer selâm ve bayramları-
nızı tebrik ediyoruz.
Said Nursî
ì@í
‡
127
·
Aziz, SıddıkKardeşlerim!
(1)
r
º o
µ`n
d l
ô r
«`n
N n
ƒ o
gn
h Ék
Ä`r
«°n
T Gƒo
g n
ôr
µ
n
J r
¿n
G =À'
ùn
Y
sırrıyla, çok tec-
rübelerin neticesinde, çok defa, zahirî muvaffakiyetsizlik,
hakkımızda birer inayet perdesi olduğuna bir emaresi,
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâi-
nat.
ayat-ı azam:
en büyük ayetler.
berahin:
deliller, hüccetler, bür-
hanlar.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gayet:
son derece.
haşir:
kıyametten sonra bütün
insanların bir yere toplanmaları,
Allah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
haşr-i cismanî:
cisimle, cesetle
dirilme, ruhla beraber bedenlerin
ve vücutların haşri.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
ilhamat:
ilhamlar, gönle doğma-
lar, kalbe gelmeler.
iman-ı billâh:
Allah’a inanma, Al-
lah’ı, onun kâinatta tecelli eden
bütün sıfat ve isimleriyle beraber
kabul ederek Ona inanma.
iman-ı bilyevmi’l-ahir:
Ahiret
gününe inanmak.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
kelâm:
söz, konuşma.
kelâmullah:
Allah’ın kelâmı,
Kur’ân-ı Kerîm.
kısmen:
kısmî olarak, bazı yön-
den.
kutb-i imanî:
iman kutbu, imanın
en önde gelen esaslarından biri.
makam:
yer, durak.
mukaddeme-i haşriye:
haşrin,
yeniden dirilişin başlangıcı.
muvaffakıyet:
başarma, ba-
şarılı olma.
münteşir:
neşredilmiş, basıl-
mış ve yayılmış.
müsavi:
eşit.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
sarih:
açık, âşikar.
sarihan:
açıkça, açık olarak.
selâm:
barış, rahatlık, sela-
met ve esenlik dileme.
sır:
gizli hakikat.
sünuhat:
sünuhlar, akla ge-
len, içe doğan şeyler.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar,
izahlar.
tarz:
biçim, şekil.
tebaî:
hakikî maksat olmayıp,
dolayısıyla olan.
tekmil:
tamamlama, kemâle
erdirme.
telif:
eser yazma.
zahir:
açık, belli, meydanda.
zahirî:
görünüşte olan; zahire,
dışa ait olan.
zımnî:
üstü kapalı, dolayısıyla
anlatılan.
1.
Bazan da sevmediğiniz şey, hakkınızda daha hayırlı olabilir. (Bakara Suresi: 216.)
| 300 | K
astamonu
L
âhiKası