umuma selâm ve selâmetlerine dua ve Hüsrev’in yakın-
da gelmesinin tebşiri, onun hakkındaki merakımızı izale
etti. Maşaallah, kâtip osman da Hüsrev gibi mûcib-i
merak noktaları yazıyor. onun mektubunu getiren Halı-
cı İbrahim demiş ki: “sıddık süleyman, rüştü buraya
gelmek ihtimali var.” o kahraman kardeşim yakînen bil-
sin ki, ben, ondan ziyade ona müştakım. Fakat, o her-
gün has dairesinin birinci safında manen yanımızda bu-
lunuyor, manevî kazançlarımıza da hissedar oluyor.
Bi-
zim mesleğimizde sohbet-i sûriye ehemmiyeti azdır.
Hem, bu dehşetli ameliyat-ı dâhiliye hengâmında ve
yol masrafı çok ziyade olduğundan, gelmek münasip ol-
muyor. Ve vehham ehl-i dünya, burada, ziyade bize dik-
kat ediyorlar. Hatta bu bayramda, kapımı ziyaretçilere
kapadık.
Hafız Ali’nin mektubunda, rüştü’nün bir teşebbüsü
var ki; gençlere ait dört beş parça ders ki, Hafız Musta-
fa’ya vermiştim ki, tab etsin. Cenab-ı Hakka şükür, sizin
kesretli kalemleriniz, matbaaya ihtiyaç bırakmıyor. eğer
kolayca, ucuzca mümkün olsa, eski veya yeni hurufla ya-
parsınız.
Hafız Ali’nin mektubunda,
Risale-i Nur
’a karşı kemal-i
mahviyetle kemal-i ihlâsı ve irtibatı, onun eskiden beri
takdir ettiğim bir hasiyet-i mümtaziyesini göstermekle be-
raber, benim gibi bir bîçareyi de şefaatçi yapıp, ben de
onun kemal-i samimiyetini şefaatçi yapıp, duasına âmin
derim.
ameliyat-ı dahiliye:
dahilde ya-
pılan işler, yurt içinde yapılanlar.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya adamı, ahireti düşünmeyen.
hasiyet-i mümtaziye:
apayrı bir
hususiyet, farklı bir özellik, fayda-
lılık.
hengâm:
zaman, sıra.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi
olan.
huruf:
harfler.
ihtimal:
olabilirlik.
irtibat:
bağ, münasebet.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kemal-i ihlâs:
ihlâsın mükemmel
oluşu, mükemmel ve kusursuz
samimiyet, ihlâs.
kemal-i mahviyet:
tam anlamıy-
la tevazu ve alçak gönüllülük
üzere olmak.
kemal-i samimiyet:
samimiyetin
tam oluşu, tam ve kusursuz sa-
mimîlik.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
maşaallah:
Allah’ın istediği gibi,
Allah’ın istediği olur anlamında
hayret ve memnunluk ifade eden
bir ibare.
meslek:
gidiş, usul, yol.
mucib-i merak:
meraka de-
ğen, dikkati çeken, merak se-
bebi.
münasip:
uygun.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
saf:
dizi, sıra.
selâm:
barış, rahatlık, sela-
met ve esenlik dileme.
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
sohbet-i sûriye:
görünüşte
olan, ciddî olmayan sohbet.
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun
bağışlanmasını dileme.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hâl ile
Allah’ı hamd etme.
tab:
kitap basma.
takdir:
kıymet verme, beğen-
me.
tebşir:
müjde verme, müjde-
leme.
teşebbüs:
girişim, bir işi yap-
mak için harekete geçme.
umum:
bütün, herkes.
vehham:
çok şüphe ve ves-
vese eden, çok kuruntulu; ve-
himli, kuruntulu.
yakînen:
yakîn olarak, şüp-
heye düşmeden bilme.
ziyade:
çok, fazla.
| 304 | K
astamonu
L
âhiKası