ciddî alâkadar, bu hamil-i mektup Ispartalı Hilmi Beyi
gördüm. onu
Risale-i Nur
’un has şakirtleri içinde kabul
eyledik.
Isparta’da ve sava’daki taarruz bir derece umumîdir.
Risale-i Nur
’un intişar ettiği her tarafta bu sıralarda, şim-
diye kadar bir plân dâhilinde
Risale-i Nur
’un fütuhatına
karşı tecavüz var. Bir derece, şevk ve neşeye zarar ver-
di, bir devre-i tevakkuf açtı. Şimdiki kahtlığa o tevakkuf
sebebiyet veriyor. Fakat, Cenab-ı Hakka şükür, Isparta
ve havalisi kahramanları çelik gibi bir metânet gösterme-
leri, sair yerlerin de kuvve-i maneviyelerini takviye edi-
yorlar. Bazı ihtiyatsız ve dikkatsizlerin yüzünden cüz’î za-
rarlar olduğundan, ihtiyat ve dikkat her vakit lâzımdır.
Barla’da,
Risale-i Nur
’un muvakkat tatili sebebiyle yağ-
mursuluk başladığı gibi ve
Risale-i Nur
’un müdahalesiyle
yağmurun, Barla etrafındaki daireye mahsus olarak gel-
mesi ve Isparta’nın,
Risale-i Nur
’a karşı iştiyaklarıyla,
Hüsrev’in dediği gibi, yağmur fevkalâde bir surette imda-
da gelmesi gibi, pek çok emarelerle ve burada
Risale-i
Nur
münasebetiyle vücuda gelen yüzer hâdiselerin delâ-
letiyle deriz ki: Bu Anadolu’ya ayn-ı rahmet olan
Risale-i
Nur
’a karşı bu acip zamanda böyle umumî ve geniş bir
taarruzla ve bazı yerlerde tatile mecbur olması, bu kahtu-
galâyı ve bu acip ihtikârı ve bereketsizlik ve açlığı netice
verdiğine bize kanaat verdi. Şimdi yanımda, emin ve Fey-
zi gibi, sair arkadaşlarım da aynı kanaattedirler.
Kardeşiniz Said Nursî
ì@í
K
astamonu
L
âhiKası
| 293 |
ki ile yetinmek; inanma, görüş, fi-
kir.
kuvve-i maneviye:
manevî güç,
moral.
metanet:
metin olma, dayanıklı-
lık; gayret.
müdahale:
karışma.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
müstesna:
istisna olan, hariç.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sair:
diğer, başka, öteki.
sebebiyet:
sebep olma.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
taarruz:
saldırma, sataşma, iliş-
me.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
ta’tîl:
kesme, durdurma.
tecavüz:
saldırma, sınırını aşma.
tevakkuf:
duraklama, durma.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
ayn-ı rahmet:
rahmetin tâ
kendisi.
bereket:
bolluk, bereket, gür-
lük.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
cüz’î:
küçük, az.
dâhil:
iç, içerisi.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
devre-i tevakkuf:
durma,
bekleme, eğlenme devresi.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
fevkalâde:
olağanüstü.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
hâdise:
olay.
hâmil-i mektup:
mektubu
taşıyan, getiren.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
ihtikâr:
fazladan kazanç sağ-
lamak amacıyla, hayat için
zarurî olan ihtiyaç maddeleri-
ni satın alıp fiyatı artsın diye
kırk gün veya daha fazla bir
süre saklama.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma,
geleceği düşünerek tedbirli
hareket etme.
imdat:
yardım.
intişar:
yayılma, yaygınlaş-
ma, neşrolunma.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
kahtugalâ:
yokluk ve kıtlık.
kaht:
kıtlık sebebiyle meyda-
na gelen açlık.
kanaat:
hırs göstermeden
kısmetine razı olmak, elinde-