Hem, İmam-ı Şafiî’den
(
rA
)
rivayet var ki: “Halis tale-
be-i ulûmun rızkına, ben kefalet edebilirim,” demiş.
“Çünkü rızıklarında vüs’at ve bereket olur.” Madem ha-
kîkat budur ve madem halis talebe-i ulûm ünvanına risa-
le-i nur Şakirtleri bu zamanda tam liyakat göstermişler;
elbette şimdiki açlık ve kahta mukabil
Risale-i Nur
hiz-
metini bırakmak ve zarûret-i maîşet özrüyle, maîşet pe-
şine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve risa-
le-i nur talebeliğine tam sarılmaktır.
evet, her tarafta, bu derd-i maişet herkesi sarsıyor.
ehl-i dalâlet, bundan istifade eder; ehl-i diyanet de,
kendini mâzur bilir, “zarurettir, ne yapalım?” der.
demek ki, risale-i nur Şakirtleri, bu açlık ve zaruret
musibetine karşı, yine nurla mukabele etmeli. Her şakir-
din vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil, belki
başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir.
o da, hizmete ciddî devam ile olur.
size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etme-
yiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-i takva, ehl-i ilme kar-
şı dostâne vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz
ki,
Risale-i Nur
’un zararına ve şakirtlerinin salâbet ve
metânetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayı-
nız. öyleler, niyet-i halise ile girmezse, belki fütur verir-
ler. eğer enaniyetli ve hodfuruş ise; risale-i nur Şakirt-
lerinin metanetlerini kırarlar, nazarlarını
Risale-i Nur
’un
haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet ve
ihtiyat lâzımdır.
adavet:
düşmanlık, husumet.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
derd-i maişet:
geçim derdi ve
zorluğu, geçim sıkıntısı.
dostâne:
dostlukla, dostça.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i diyanet:
dindar kişiler.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
ehl-i takva:
Allah’tan korkan ve
günahlardan çekinen insanlar.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, usanç.
hakikat:
gerçek, esas.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hariç:
dışarı.
hodfüruş:
kendini beğendirmeye
çalışan, övünen.
iman:
inanç, itikat.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
kaht:
kıtlık sebebiyle meydana
gelen açlık.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
maişet:
geçim, geçinme.
mazur:
özürlü, özrü olan.
metanet:
metin olma, dayanıklı-
lık, sağlamlık.
muarız:
muhalefet eden, kar-
şı çıkan, muhalif.
muhafaza:
koruma.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
mukabil:
karşılık.
musibet:
felaket, bela.
mükellef:
sorumlu ve yü-
kümlü olan, bir şeyi yapmaya
mecbur olan, vazifeli.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
niyet-i halise:
her türlü hile,
riya ve kötülükten uzak olan
samimî niyet.
özür:
bir kusur veya suçun
hoş görülmesini gerektiren
sebep, elde olmadan yapılan
bir suçun bağışlanması için
ileri sürülen bahane.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
salâbet:
Metanet, manevî
kuvvet, dayanma, sebat.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile
Allah’ı hamd etme.
talebe:
öğrenci.
talebe-i ulûm:
ilim tahsil
eden, ilimlerle uğraşan öğ-
renci.
tarz:
biçim, şekil.
ünvan:
şöhret, ad, isim.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zaruret:
muhtaçlık, şiddetli
ihtiyaç içinde olma.
zaruret-i maişet:
geçim zaru-
riyeti, geçim zorluğu.
| 284 | K
astamonu
L
âhiKası