üç yüz elli sekizde karadağ başına yalnız çıkıyordum.
“İnsanların, hususan Müslümanların bu teselsül eden he-
lâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı, ne vakte ka-
dar devam eder?” hatıra geldi. Birden her müşkülümü
halleden kur’ân-ı Mu’cizülbeyan, sure-i
p
ôr
°ün
©r
dGn
h
’yı karşı-
ma çıkardı. dedi: “Bak!” Baktım.
Her asra hitap ettiği gibi, bu asrımıza daha ziyade ba-
kan
(1)
m
ô°r
ù o
N »/
Øn
d n
¿É°n
ùr
fp
’r
G s
¿
p
G @ p
ô°r
ün
©r
dGn
h
ayetindeki
m
ô°r
ùo
N »/
Øn
d n
¿É°n
ùr
fp
’r
G s
¿
p
G
(şedde ve tenvin sayılır) makam-ı
cifrîsi bin üç yüz yirmi dört (1324) edip, Hürriyet İnkılâ-
bıyla başlayan tebeddül-i saltanat ve Balkan ve İtalyan
Harpleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlûbiyetleri ve deh-
şetli muahedeleri ve şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve bu
memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci Harb-i
Umumînin zemin yüzünde fırtınaları gibi semavî ve arzî
musibetlerle hasaret-i insaniye ile
m
ô°r
ù o
N »/
Øn
d n
¿Én
°Sp
’r
G s
¿
p
G
ayetinin bu asra dahi bir hakikati, maddeten aynı tarihiy-
le gösterip, bir lem’a-i i’cazını gösteriyor.
(2)
p
äÉn
ëp
dÉs
°üdG Gƒ o
?p
ªn
Yn
h Gƒo
æn
e'
G n
øj/
òs
dG s
’p
G
ahirdeki
ä
,
?
sayılır,
şedde
sayılır ise, makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli sekiz ve
dokuz olan bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihini
göstermekle, o hasaretlerden, bahusus manevî hasaret-
lerden kurtulmanın çare-i yegânesi iman ve a’mal-i saliha
olduğu gibi; ve mefhum-i muhalifiyle o hasaretin de
K
astamonu
L
âhiKası
| 289 |
açıklamalarıyla akılları benzerleri-
ni yapmaktan aciz bırakan
Kur’an.
lem’a-i i’caz:
acze düşüren parıl-
tı, mu’cizelik parıltısı.
maddeten:
madde ve cisim ola-
rak.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam,
cifir hesabına göre ulaşılan neti-
ce, sayı değeri.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mefhum-i muhalif:
bir sözde biz-
zat kast edilen mananın tersin-
den anlaşılan, zıt anlam.
muahede:
iki veya daha çok dev-
let arasında akdedilen anlaşma,
antlaşma.
musibet:
felaket, bela.
müşkül:
güçlük, zorluk.
semavî:
semaya ait, gökten ge-
len; Allah tarafından olan, İlahî.
şeair-i islâmiye:
İslâma ait işaret-
ler, İslâma sembol olmuş iş ve
ibadetler.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki de-
fa okunması gereken bir harfin
üzerine konulan ve o harfi iki de-
fa okutan işaret.
tebeddül-i saltanat:
saltanatın
kaldırılması.
teselsül:
zincirleme, silsile halin-
de birbirini takip etme.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zemin:
yer.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
ahir:
son.
a’mal-i saliha:
salih ameller,
Allah’ın rızasına uygun yapıl-
mış iyi ve hayırlı işler.
arzî:
yerle ilgili, yere ait.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
bahusus:
hususiyetle, en çok,
hele.
çare-i yegâne:
tek çare, tek
çıkar yol.
hakikat:
gerçek, esas.
hall:
çözme, karışık bir mese-
leyi şüphe edilmeyecek dere-
cede açıklama.
harb-i umumî:
genel harp,
dünya savaşı.
harp:
savaş.
hasaret:
hasar, zarar, ziyan.
hasaret-i insaniye:
insana ait
zarar, insanın zararı.
helâket:
yıkılma, mahvolma.
hitap:
söz söyleme, topluluğa
veya birisine karşı konuşma.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iman:
inanç, itikat.
inkılâp:
değişme, dönüşüm,
köklü değişme.
Kur’ân-ı
mu’cizülbeyan:
1.
Yemin olsun asra. İnsan muhakkak hüsrandadır. (Asr Suresi: 1-2.)
2.
Ancak iman eden, güzel işler yapanlar müstesna... (Asr Suresi: 3.)