esasları, altı erkân-ı imaniye ile ve esas ubudiyet ki, İslâ-
mın beş rüknü olan savm, salât, hac, zekât, kelime-i şa-
hadet mecmuunun hülâsasıdır.
Risale-i Nur
, altı rükn-i imaniye ile bu esas ubudiyeti
ispat edip “
seb’ü’l-mesanî
” cilvesine mazhariyeti murat-
tır. Vücub-i zekâtın izahından murat ise, zekâtın teferru-
at tafsilâtı değil, belki zekâtın, hayat-ı içtimaiyede dere-
ce-i lüzumu ve ehemmiyetli kıymeti ispat edilmiş demek-
tir. evet,
Risale-i Nur
’dan evvel yazdığımız risalelerde,
hem de
Risale-i Nur
’un müteaddit yerlerinde, vücub-i ze-
kâtın hayat-ı içtimaiyede ne derece ehemmiyetli olduğu
katiyen ve vazıhan ispat edilmiş demektir.
Isparta’da,
Risale-i Nur
’un ders ve neşrine iki köşkünü
bir zaman tahsis eden kardeşimiz Şükrü efendinin iki
genç evlâdının vefatı, beni müteessir etti. Çünkü, beş al-
tı yaşında iken, masume kerîmesi yanıma geldikçe, her
defa “Adın nedir?” soruyordum. Masumâne, kemal-i fa-
hirle, “Hayrünnisa” derdi; beni şefkatle güldürüyordu.
Cenab-ı Hak, o mübarek masumeyi birden Cennetine
aldı; şu dünya cehenneminden kurtardı. Ve merhum
mahdumu Hayati ise, hastalık, inşaallah onu da Hayrün-
nisâ gibi günahsız masum yaptı. Beraber Cennet tarafı-
na gittiler. Bu nokta-i nazardan ben, o iki çocuğu tebrik
ediyorum. Ve peder ve vâlidelerini de hem taziye, hem
manen tebrik ediyorum ki; o iki evlâtları
(1)
n
¿ho
ós
?` n
?o
l
¿Gn
ór
dp
h
sırrına mazhar oldular. Ben, o ikisini,
Risale-i Nur
’un ve-
fat eden şakirtleri içinde dualarımıza dahil ettik.
cilve:
tecelli, görüntü.
dâhil:
girme, içinde olma.
derece-i lüzum:
lüzum olma de-
recesi.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
erkân-ı imaniye:
imana ait esas-
lar.
esas:
asıl, gerçek.
evlât:
veletler, çocuklar.
evvel:
önce.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, özeti.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile an-
latma.
kat’iyen:
katî olarak, kesin ola-
rak, kesinlikle.
Kelime-i Şahadet:
şehadet keli-
mesi, şehadet ifadesini hulâsa
eden “eşhedü en lâ ilâhe illallah
ve eşhedü enne Muhammeden
abduhu ve Resulüh” cümlesi.
kemal-i fahr:
tam bir iftihar,
övünme.
kerîme:
kız evlât, kız çocuk.
kıymet:
değer.
mahdum:
oğul, evlât.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
masumâne:
masumca, suçsuz ve
günahsız bir şekilde.
masume:
günahsız, suçsuz kadın.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mazhariyet:
görünme ve tezahür
yeri olma; nail olma, şereflenme.
mecmu:
toplam, tüm.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
murat:
maksat, meram, ulaşıl-
mak istenen şey.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
neşir:
kitap basma, çıkarma; her-
kese duyurma, yayma.
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
peder:
baba.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
rükn-i imaniye:
imana ait
esas, imanın esası.
rükün:
bir şeyi meydana ge-
tiren unsurlardan her biri,
esas.
salât:
namaz.
savm:
oruç.
seb’ü’l-mesanî:
tekrar tekrar
okunma.
sır:
gizli hakikat.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar,
izahlar.
tahsis:
bir şeyi bir kimseye
veya bir yere ayırma.
taziye:
baş sağlığı dileme, ya-
kını ölen kimseyi teselli etme.
teferruat:
ayrıntılar, dallar,
bölümler.
ubudiyet:
kulluk.
valide:
ana, anne.
vazıhan:
açıkça, açık bir şe-
kilde.
vefat:
ölme.
vücub-i zekât:
zekâtın vacip,
şart oluşu.
1.
Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar. (Vakıa Suresi: 17.)
| 282 | K
astamonu
L
âhiKası