kısmından olan risale-i nur talebeleri, bu musibete kar-
şı çabalamak mecburiyetiyle hakikî ve en mühim vazifesi
olan neşir hizmetini bırakmaya mecbur oluyor.
Hem, insanların zihinleri, fikirleri kasten ve bizzat ha-
kaik-ı imaniyeye karşı bu yüzden bir derece lâkaytlık bir
vaziyeti almasından, bir tevakkuf devri gelmesine muka-
bil, Cenab-ı Hakkın inayet ve rahmetiyle başka bir tarz-
da
Risale-i Nur
’un intişar ve fütuhatına meydan açmış.
ezcümle, İstanbul afakından –yüksek ulemanın– eski
Fetva emini Ali rıza, Ahmed Şirvanî ve parlak vaizler-
den Şemsî gibi zatlar,
Risale-i Nur
’la ciddî ve takdirkârâ-
ne münasebettar olmaya başlamalarıdır.
Hem, hatırımızda olmadığı hâlde yeni hurufla tab et-
mek üzere başta
Ayetü’l-Kübra’
nın en mühim parçası,
yedi parça, bir mecmuada tab etmek ve gençleri uyandı-
ran üç-dört parça ayrı bir risalede, Hafız Mustafa ile be-
raber tab etmek için matbaaya gönderdik.
Hem, mühim bir zat teşebbüs ediyor ki, mühim par-
çalardan bir kısmını Ankara’da, büyük rütbeli birisinin
muavenetiyle tab etmek niyeti var. Ben şimdilik muvafa-
kat etmedim.
Velhasıl, bir kapı kapansa, inayet-i İlâhiye daha parlak
kapıları
Risale-i Nur
yüzünden açıyor, yol veriyor.
Risa-
le-i Nur
’un mektup ve melfuz hurufatı adedince Cenab-ı
erhamürrahimîn’e hamdüsena ve şükür olsun.
(1)
»
u
Hn
Q p
?°r
†` n
a r
øp
e Gn
ò'
g
Buna binaen, bu tevakkuf ve muvakkaten fütura me-
rak etmeyiniz. zaten şimdiye kadar çalışmalar, tohumlar
afak:
ufuklar.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
bizzat:
kendisi, şahsen.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
inayet
ve rahmet, yardım ve lütuf sahip-
lerinin en merhametlisi olan, şe-
ref ve azamet sahibi olan yüce
Allah (c.c.).
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
çaba:
gayret, çalışma.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
fetva emini:
şeyhülislâmlıkta fet-
va işleriyle meşgul olan dairenin
başkanı.
fütuhat:
zaferler, fetihler, galibi-
yetler.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, usanç.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikî:
gerçek.
hamdüsena:
şükür ve övgü.
huruf:
harfler.
hurufat:
harfler.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yardımı.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
kasten:
bile bile, isteyerek, kasıtlı
olarak.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
mecburiyet:
zorunluluk.
mecmua:
toplanıp, biriktirilmiş,
düzenlenmiş yazıların hepsi.
melfuz:
söylenmiş, söylenilen,
okunan.
muavenet:
yardım, yardımlaşma.
mukabil:
karşılık.
musibet:
sıkıntı, felâket, afet,
hastalık, vs.
muvafakat:
uyma, uyuşma, uy-
gunluk.
muvakkaten:
geçici olarak.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
neşir:
kitap, gazete vs. bastırıp çı-
karma.
niyet:
kalbin bir şeye karar
vermesi, bir işin ne için yapı-
lacağını bilmesi.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
rütbe:
askerlerin ve polislerin
sahip olduğu resmî derece,
mevki.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile
Allah’ı hamd etme.
tab:
basma, baskı.
takdirkârâne:
takdir edene
yakışır şekilde, takdir ederek.
tarz:
biçim, şekil.
teşebbüs:
girişim, bir işi yap-
mak için harekete geçme.
tevakkuf:
duraklama, durma.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vaiz:
vaaz eden, ibadet yerle-
rinde dinin emir ve yasakları-
nı anlatarak nasihat eden din
görevlisi.
vaziyet:
durum.
velhasıl:
sözün kısası, hasılı,
özü, kısacası, netice.
zat:
kişi, şahıs.
1.
Bu, Rabbimin fazlındandır. (Neml Suresi: 40.)
| 280 | K
astamonu
L
âhiKası