Kastamonu Lahikası - page 277

itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerinden kurtar-
mak lüzumuna binaen ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hak-
kın mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin si-
lâhıyla, itirazıyla ötekini cerh edip ve ötekinin delilleriyle
berikini çürütüp, ikisini de yere vurmak ve çürütmekten
içtinaben, risale-i nur Şakirtleri bu mezkûr dört esasa
binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i
bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için
musalâhakârâne, medar-ı itiraz noktaları izah etmek ve
cevap vermek gerektir.
Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes,
kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini erit-
meyip bozmuyor, kendini mazur biliyor; ondan niza çı-
kıyor. ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor.
İstanbul’da malûm itiraz hâdisesi ima ediyor ki, ileride,
meşrebini çok beğenen bazı zatlar ve hodgâm bazı
sofîmeşrepler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve
hubb-i cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşat ve
ehl-i hak,
Risale-i Nur
’a ve şakirtlerine karşı kendi
meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının
hüsn-i teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler;
belki, dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle
hâdiselerin vukuunda bizlere, itidal-i dem ve sarsılmamak
ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını
çürütmemek gerektir.
Faş etmek hatırıma gelmeyen bir sırrı, faş etmeye
mecbur oldum. Şöyle ki:
K
astamonu
L
âhiKası
| 277 |
kapalı ifade etme.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
itidal-i dem:
soğukkanlılık.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile an-
latma.
kamet:
boy, endam.
mabeyn:
ara.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mazur:
özürlü, özrü olan.
medar-ı itiraz:
itiraz sebebi, ka-
bul etmeme sebebi.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
muhafaza:
koruma.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mukabele-i bi’l-misil:
misliyle
mukabele etme, karşılaştığı mu-
amelenin aynısını sahibine iâde
etme.
musalâhakârâne:
barış içinde,
barışarak.
müdafaa:
savunma.
nefs-i emmare:
insana kötü ve
günah işlerin yapılmasını emre-
den nefis.
niza:
anlaşmazlık, ihtilâf.
revaç:
rağbet, kıymet, değer.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rüesa:
reisler, başkanlar.
sır:
gizli hakikat.
sofîmeşrep:
tasavvuf ehli, riyazet
ve nefisle mücahede ile hakikate
ermeye çalışan.
şakirt:
talebe, öğrenci.
taife:
takım, güruh.
taife-i ehl-i hak:
doğru yolda
olanların oluşturduğu topluluk.
tehevvür:
öfkelenme, köpürme,
kızma, aşırı hiddet.
varta:
tehlike, büyük tehlike.
vuku:
olma, gerçekleşme, mey-
dana gelme.
zat:
kişi, şahıs.
adavet:
düşmanlık, husumet.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cerh:
yaralama, bir iddiayı,
fikri çürütme, reddetme.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, burhan.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâ-
miyet ve hak yolunda olan,
hak mezhepte olan.
ehl-i ilhad:
ilhad ehli, doğru
meslek ve dinden, hak yolun-
dan çıkıp bâtıl yola sapan
imansızlar, dinsizler.
ehl-i irşat:
mürşitler, doğru
yolu gösterenler.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
esas:
asıl, temel, dip, kök.
etba:
birinin sözüne, işine,
mesleğine uyanlar.
faş:
meydana çıkma, açığa
vurma, dile verme.
hâdise:
olay.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hodgâm:
kendi keyfini düşü-
nen, bencil.
hubb-i câh:
makam sevgisi,
rütbe ve mevki sevgisi ve
bunlara karşı gösterilen aşırı
hırs.
husumet:
düşmanlık.
hüsn-i teveccüh:
iyi karşılan-
mak ve alâka görmek.
içtinaben:
çekinerek, uzak
durarak.
ihtimal:
olabilirlik.
ima:
işaretle anlatma, üstü
1...,267,268,269,270,271,272,273,274,275,276 278,279,280,281,282,283,284,285,286,287,...478
Powered by FlippingBook