mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya senin rabbin
nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun?
gör, bak!” diye mana-i işarîsiyle, bu cümle, aynen ma-
kam-ı cifrîsiyle tam bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihiy-
le, aynen afat-ı semavî nev’inde semavî tokatlarla, “İslâ-
miyete ihanet cezası olarak...” diye mana-i işarî ifade
ediyor. Yalnız,
(1)
p
?«/
Ør
dG p
ÜÉn
ë°r
Un
G
yerinde
(2)
Én
«r
f t
ódG p
ÜÉn
ër
°Un
G
gelir,
p
?«/
Ør
dn
G
kalkar,
Én
«`r
ft
ódn
G
gelir.
(HaşİYe)
T
aHLiL
(3)
m
In
QÉ n
é p
ëp
H r
º p
¡«/
e r
ôn
J
: İki
ä
sekiz yüz, iki
Q
dört yüz; iki
?
,
bir
Ü
, bir
ì
, bir
…
yüz; tenvin, vakf olmadığından
K
astamonu
L
âhiKası
| 323 |
imha etme:
yakıp yıkma, yok
etme.
istibdat:
baskı, zulüm, despotluk.
kader-i ilâhî:
Allah’ın takdiri,
programı.
kat’iyen:
kesinlikle.
keffaretü’z-zünup:
günahlara
karşılık bedel hükmündeki maddî
ve manevî sıkıntı, belâ.
kıymettar eylemek:
değerli
kılmak.
lâfız:
ifade, söz.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
mal:
mülk, servet.
mana-i işarî:
yazı ve işaretlerle ifa-
de edilen mana.
masum:
suçsuz, günahsız.
mazlum:
zulüm gören, zavallı,
suçsuz.
medde:
med işareti, Kur’ân-ı Ke-
rîm’de üzerine konduğu elifi
uzatarak okutan işaret.
medeniyet:
uygarlık.
mehasin:
güzellik, iyilik.
menfaat:
fayda, yarar.
mukaddesat:
mukaddes, kutsal,
temiz ve yüce olan şeyler.
musibet:
dert, sıkıntı, belâ.
musibet-i semaviye:
atmosferik
belâlar.
nevi:
tür, çeşit.
Rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
sefahat:
safhalar, merhaleler.
sahife:
sayfa.
sebebiyet:
sebeplik, neden oluş.
sefahat:
dinden uzak gafletli ha-
yat.
semavî:
Allah tarafından olan, İlâ-
hî.
serfüru:
uyma, boyun eğme.
servet:
zenginlik, mal, mülk.
seyyiat:
kötülük, günah.
sır:
gizli gaye, hikmet.
sure:
Kur’ân’ın her bir bölümü.
sure-i kudsiye:
yüce, noksansız
sure.
tabaka:
katman, mevki, yer.
tahlil:
çeşitli yönlerden ve madde-
lerden oluşan bir şeyi çözümleme.
tefsir etme:
yorumlama, açıkla-
ma.
tenvin:
Arapça bir kelimenin so-
nunu nun gibi okutmak üzere
konulan işaret; kelimenin sonuna
iki üstün (en), iki esre.
teşkil etme:
meydana getirme.
vakıf:
Arapça bir kelimenin sonu-
nu harekesiz olarak okuma.
vaziyet:
durum.
zalim:
eziyet eden, zulmeden.
zulüm:
eziyet, işkence, baskı.
afat-ı semavî:
atmosferik
afetler, semavî musibetler.
ahiret:
öldükten sonraki son-
suz hayat.
ashab-ı dünya:
dünyalık kim-
seler.
azamet:
ululuk, yücelik.
ceza:
bir şeyin karşılığı.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dünyaperest:
dünya
hayatından başka bir maksadı
olmayan
esaret:
tutsaklık.
fânî:
geçici.
fetva:
hüküm.
fil-i mahmudî:
Ebrehe’nin
Mahmut isimli fili.
filo:
tam teçhizatlı savaş araç-
larından oluşan bir ordu.
gaddar:
acımasız; zulmeden.
hâkimiyet:
hükmediş, idare
ediş.
harb-i umumî:
İkinci Dünya
Savaşı.
haşiye:
dipnot.
heybet:
ihtişam, büyüklük.
hücum etme:
saldırma.
ihanet:
hainlik, kötülük etme,
arkadan vurma.
1.
Fil sahipleri.
2.
Dünya ehli.
3.
Onlara ateşte pişirilmiş taşlar attılar. (Fil Suresi: 4.)
HaşİYe:
Bu
fil
lâfzı kalkmasının sırrı: eski zamanda, dehşetli
fil-i mah-
mudî
azametine, heybetine dayanmış, hücum etmişler; şimdi ise, dün-
ya servetine ve malına ve o servetle havada ve denizde filolar teşkil
edip, hatta kırk milyon millet, o fil gibi filolarla dört yüz milyonu esa-
ret altına almış. Ve Avrupa medeniyetçileri, medeniyetin mehasiniyle,
iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatıyla ve sefa-
hatıyla ve dinsizliğiyle, üç yüz elli milyon Müslümanların her tarafta hâ-
kimiyetlerini imha edip, istibdadına serfüru ettirmiş ve bu musibet-i se-
maviyeye sebebiyet vermiş. Ve dünyaperest gaddar zalimler, zulümle-
rine ceza olarak tokatlar gelmeye ve fakir ve masumlar ve mazlumla-
ra, fânî mallarını ve hayatlarını ahiretlerine çevirmek ve kıymettar ey-
lemek ve dünyadaki günahlarına keffaretü’z-zünup etmeye kader-i İlâ-
hîye fetva verdiler. Ben bir buçuk senedir dünyaperestlerin bu musibet-
te vaziyetlerini ve safahatlarını ve Harb-i Umumî sahifelerini kat’iyen
bilemiyorum. Fakat, iki sene evvelki vaziyetleri, bu sure-i kudsiyenin
mana-i işarî tabakasından gelen tokatlar, tam tamına onların başlarına
iniyorlar ve surenin bir mana-i işarîsini tam tefsir ediyor.