Hem Hüsrev’in ve Hafız Ali’nin mektuplarında isimle-
ri bulunan sebatkâr kardeşlerime ve kâtip osman ve
Mehmed zühdü ve Isparta Hafız Ali’si ve sava kahra-
manlarına birer birer selâm ve dua ediyoruz.
Şimdi bu mektubu yazarken,
Risale-i Nur
santralı sab-
ri’nin mektubunu emin getirdi. Açtık, yağmursuzluk bah-
sine dair risale-i
Münacat’
ın kesretle yazılması bereketiy-
le yağmurun gelmesi ve rahmet-i İlâhiyenin fakir fukara-
ya imdat edilmesini yazdığını gördük. Benim için ehem-
miyetli bir meseleyi halletti.
Burada da yağmura şedit ihtiyaç vardı. Yağmur gele-
cek hiçbir alâmet hissetmiyorduk. Bu kaht zamanında
yağmursuzluk, fakir fukaraya çok ağır gelmişti. Ben, üç
defa, namazdan sonra, masum fukaraları ve aç kalan
hayvanları
Risale-i Nur
’u şefaatçi yapıp dua ettik. Birden
aynı gece, me’mulümüzün fevkınde duanın tam kabulü-
nü gördük. Ben hayretle, bu cüz’î duamız, bu küllî mese-
leye ne derece dahli olduğunu bilemedim. dedim: “Her-
halde çok mühim dualara, duamız da binden bir hissesi
olmuş.” Şimdi tahakkuk etti ki, Isparta nuranîleri, nurlu
manevî duaları, bizi de o rahmetten hissedar eyledi. Hat-
ta o duama arkamdan “Âmin” diyenlerden Feyzi’ye, bu
manayı, bu hayretimi de ona şimdi söyledim. evvelce
söyleseydim, onun hüsnüzannını tadil edemeyecektim.
Çünkü o, üstadına, en büyük hisse veriyor.
sabri’nin mektubunda, sıddık süleyman ve Barla’da-
ki kardeşlerimizin selâmları ve eski alâkalarını tam
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
bahis:
konu.
cüz’î:
küçük, az.
dahl:
karışma, girme.
dair:
alakalı, ilgili.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
evvelce:
daha önce.
fevkinde:
üstünde.
fukara:
fakirler, yoksullar.
hall:
çözme, karışık bir meseleyi
şüphe edilmeyecek derecede
açıklama.
hisse:
pay, nasip.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi
olan.
hüsnüzan:
bir kimsenin veya bir
hadisenin iyiliği hakkındaki vicda-
nî ve iyi kanaat.
imdat:
yardım.
kaht:
kıtlık sebebiyle meyda-
na gelen açlık.
kâtip:
yazıcı.
kesret:
çokluk.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
masum:
suçsuz, günahsız,
saf, temiz.
me’mul:
ümit, umut.
mesele:
önemli konu.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
rahmet-i ilâhîye:
Allah’ın
sonsuz rahmeti, İlâhî rahmet.
risale-i münacat:
Münacat
Risalesi.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sebatkâr:
sebat eden, sözün-
de ve kararında duran, vaz-
geçmeyen, sebatlı.
selâm:
barış, rahatlık, sela-
met ve esenlik dileme.
şedit:
şiddetli.
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun
bağışlanmasını dileme.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
tahakkuk:
gerçekleşme, ol-
ma; delil ile ispat edilme, ke-
sinleşme.
üstad:
öğretici, öğretmen.
| 344 | K
astamonu
L
âhiKası