İkincifırkaise
, kuvve-i gadabiyenin galebe ve tecavü-
züyle tecavüz ederek, ahkâmın terkiyle zulüm ve fıska
düşmüşlerdir; Yahudîlerin temerrüdü gibi.
zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğün-
den, onlardan nefis teneffür etmez. kur’ân-ı kerîm, o
zulmün akıbeti olan gadab-ı İlâhîyi zikretmiştir ki, nefis-
leri o zulüm ve fısktan tenfir ettirsin.
İstimrar ve devam şe’ninde olan isimlerden ism-i mef’-
ul olarak zikredilmesi ise, şer ve isyanların devam edip,
tövbe ve af ile inkıta etmedikleri takdirde kat’îleşeceğine
ve silinmez bir damga şekline geçeceğine işarettir.
üçüncüfırkaise
, vehim ve heva-i nefsin akıl ve vic-
danlarına galebesiyle, batıl bir itikada tâbi olarak nifaka
düşen bir kısım nasarâdır. dalâlet, nefisleri tenfir ve ruh-
ları inciten bir elem olduğundan, kur’ân-ı kerîm o fırka-
yı aynı o sıfatla zikretmiştir.
Ve ismi-i fail olarak zikrindeki sebep ise: dalâletin da-
lâlet olması devam etmesine mütevakkıf olup, inkıtaa uğ-
radığı zaman affa dâhil olacağına işarettir.
ey arkadaş!
Bütünlezzetlerimandaolduğugibi,bütünelemlerde
dalâlettedir.
Bunun izahı ise:
Bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından, adem zulümatın-
dan şu korkunç dünya sahrasına atılırken, gözünü açar,
bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birden bire düşmanlar
gibi hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeye başlarlar.
adem:
yokluk.
ahkâm:
dinî hükümler, emirler.
akıbet:
sonuç, netice.
batıl:
dinde yeri olmayan, dinî hü-
kümlere zıt.
belâ:
musibet, gam, keder, afet,
sıkıntı.
dâhil:
iç, içerisi.
dalâlet:
hak ve hakikatten sapma,
doğru yoldan ayrılma, azma; din-
sizlik, inançsızlık.
damga:
bir şeyin üzerine işaret
veya alâmet koymak.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
fırka:
topluluk, grup, parti.
fısk:
hak yoldan veya hak yolun-
dan çıkma, Allah’a karşı isyan et-
me.
gadab-ı İlâhî:
Allah’ın gazabı.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hasis:
asi, alçak, bayağı; cimri, ta-
mahkâr.
heva-i nefis:
nefsin hevası, nefsin
zararlı ve günah olan istekleri.
hücum:
saldırma.
inkıta:
kesilme, devam etmeme,
sona erme.
ism-i fail:
fiili, işi, eylemi yapan,
özne.
ism-i mef’ul:
sıfat fiil.
istimrar:
sürme, sürüp gitme, uza-
yıp gitme.
isyan:
başkaldırma, itaatsizlik,
emre karşı gelme.
itikat:
bir inanca, bir fikre bağlan-
ma, inanma.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma.
kudret-i ezeliye:
ezele ait kudret,
başı-sonu olmayan sonsuz İlâhî
kudret, kuvvet.
kuvve-i gadabiye:
hiddet, öfke
f
aTiha
S
ureSi
| 52 | İşaratü’l-İ’caz
duygusu.
lütuf:
iyi muamele, iyilik, iyi,
yumuşak, dostça davranış.
mütevakkıf:
bir şeye bağlı
olan, ancak onunla olabilen.
Nasarâ:
Hristiyanlar.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de
kötülüğe de meyli olan duy-
gu.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
ruh:
insandaki canlılığın ve di-
riliğin, iradeyle ilgili ve irade
dışı hareketlerin ve idrak ka-
biliyetinin kaynağı, nefis.
sahra:
kır, ova.
sıfat:
hâl, keyfiyet, nitelik, va-
sıf.
şe’n:
durum, özellik, yapı.
şer:
kötülük.
tâbi:
bir yere bağlı olan, uyan.
tecavüz:
sınırı aşma, aşırılık;
saldırma, sataşma.
temerrüt:
inatçılık, hakkı ka-
bulde direnme.
teneffür:
iğrenme, tiksinme,
nefret etme.
tenfir:
nefret ettirme, iğren-
dirme, tiksindirme.
tövbe:
günah işlemekten ve
kötülük yapmaktan vaz geç-
me.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
Yahudî:
bu ırkın bağlı olduğu
dinî inanç.
zikir:
anma, bildirme.
zulüm:
haksızlık.
zulümat:
karanlıklar.