İşaratü'l İ'caz - page 54

Yine o şahıs, ebede kadar uzanıp giden emellerini, is-
tidatlarını düşündüğü zaman, saadet-i ebediyeyi tasavvur
eder, o saadet-i ebediyenin mâü’l-hayatından bir yudum
içer, kalbindeki emellerini teskin eder.
Yine o şahıs, başını kaldırıp semaya ve etrafa bakar;
her şeyle ünsiyet peyda eder.
Yine o şahıs, semadaki ecrama bakar; hareketlerin-
den dehşet değil, ünsiyet ve emniyet peyda eder ve on-
ların o hareketlerini ibret ve hayretle tefekkür eder.
Yine o şahıs, ecram-ı ulviye ile öyle bir kesb-i muare-
fe eder ki, hangi bir cirme bakarsa baksın, o cirimlerden
“ey arkadaş! Bizden tevahhuş etme, hareketlerimizden
korkma. Hepimiz bir Hâlık’ın memurlarıyız” diye me'nus
ve emniyet verici sesleri kalben işitmeye başlar.
Hül â sa
: o şahıs, evvelki vaziyetinde, vicdanındaki o
dehşetli ve vahşetli ve korkunç âlâm-ı şedideden kurtul-
mak için, tesellilerle hissini iptal ve sarhoşlukla o hâlleri
unutmak ister. İkinci hâletinde ise, ruhunda yüksek lez-
zetleri ve saadetleri hisseder, kalbini ikaz, vicdanını tah-
rik edip, ruhunu ihsas ettikçe, o saadetler ziyadeleşir ve
ona manevî cennetlerin kapıları açılır.
p
•Gn
ô°u
üdG p
ÜÉn
ë°r
Un
G r
øp
e Én
ær
?n
©r
Lp
G p
In
Qƒ° t
ùdG p
?p
ò'
g p
án
er
ôo
ë
p
H
s
ºo
¡
s
?dn
G
(1)
r
Ú/
e'
G p
º«/
?n
à°r
ùo
ªr
dG
ò
®
ó
âlâm-ı şedide:
şiddetli elemler,
şiddetli ıztıraplar, acılar.
cirim:
yıldız.
dehşet:
büyük korku hâli, kork-
ma, ürkme.
dehşetli:
ürkütücü, sıkıntı verici.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ecram:
kütleler, cansız cisimler;
gezegenler.
ecram-ı ulviye:
yüksekteki kütle-
ler, yıldızlar ve gezegenler.
emel:
istek, arzu, talep, beklenti.
emniyet:
eminlik, güvenlik, kor-
kusuzluk.
evvel:
önce gelen, önceki.
hâlet:
hâl, durum.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hülâsa:
kısaca, özet.
ibret:
bir durumdan veya olaydan
ders alma, ders çıkarma.
ihsas:
hissettirme, sezdirme.
ikaz:
uyarı.
iptal:
boş, hükümsüz bırakma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kalben:
kalb ile, kalbden; içten ve
samimî olarak.
kesb-i muarefe:
tanışma, alışma,
dost olma.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mâü’l-hayat:
hayat suyu.
me’nus:
alışılmış, alışık, ünsi-
yet edilmiş.
peyda:
meydana gelme, açığa
çıkma.
ruh:
insandaki canlılığın ve di-
riliğin, iradeyle ilgili ve irade
dışı hareketlerin ve idrak ka-
biliyetinin kaynağı, nefis.
saadet:
mutluluk.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sema:
gökyüzü, gök.
tahrik:
hareket ettirme, hare-
kete geçirme, yola çıkartma.
tasavvur:
bir şeyi tahayyül
etme, göz önüne getirme.
tefekkür:
bir mesele hakkın-
da zihni faaliyet gösterme, dü-
şünme, fikir üretme, zihni yor-
ma.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
teskin:
sakinleştirme, yatıştır-
ma.
tevahhuş:
korkulu bir şekilde
emin olmayarak bakma.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk.
vahşet:
ürkütücü ve korkunç
olan şey.
vaziyet:
durum.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
ziyade:
artma, çoğalma.
1.
Allah’ım! Bu sure hürmetine bizi sırat-ı müstakimde yürüyenlerden eyle, âmin.
f
aTiha
S
ureSi
| 54 | İşaratü’l-İ’caz
1...,44,45,46,47,48,49,50,51,52,53 55,56,57,58,59,60,61,62,63,64,...576
Powered by FlippingBook