(1)
r
?j/
ôn
W
veya
(2)
p
?«/
Ñ°n
S
kelimelerine
(3)
n
•Gn
ô°p
U
kelimesinin
tercihi, mesleklerinin etrafı mahdut ve işlek bir cadde ol-
duğuna ve o caddeye girenlerin bir daha çıkmamalarına
işarettir.
Mahut ve malûm olan şeylerde kullanılması usul ittihaz
edilen esma-i mevsûleden
(4)
n
øj/
ò s
dn
G
tabiri, onların zulü-
mat-ı beşeriye içinde elmas gibi parladıklarına işarettir
ki, onları taharri ve talep etmeye ve aramaya lüzum yok-
tur. onlar, herkesin gözü önünde hazır olduklarını temin
eden bir ulüvv-i şana maliktirler.
Cem sigasıyla
n
øj/
òs
`dn
G
’nin zikri, onlara iktida ve tâbi ol-
mak imkânının mevcudiyetine ve onların mesleklerinde
butlan olmadığına işarettir. Çünkü, ferdî olmayan bir
meslekte tevatür vardır; tevatürde, butlan yoktur.
Mazi sigasıyla
(5)
n
âr
ªn
©r
fn
G
’nin zikri, tekrar nimeti talep
etmeye bir vesile olduğuna ve Allah’a raci olan zamiri de
bir yardımcı ve bir şefaatçi vazifesini gördüğüne işarettir.
Yani: “ey rabbim! Madem ki in’am senin fiilindir ve
evvelce de in’amı yapmışsın, istihkakım olmadığı hâlde
in’amı tekrarlamak, senin şe’nindir.”
(6)
r
ºp
¡r
«n
?n
Y
’deki
(7)
'
¤n
Y
enbiyaya yükletilen risalet ve teklif
yükünün pek ağır olduğuna; ve sahraları faydalandırmak
için yağmur, kar ve fırtınaların şedaidine maruz kalan
butlan:
batıl, hükümsüz olma hâ-
li, temelsizlik, çürüklük, hüküm-
süzlük.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
esma-i mevsûle:
o şey ki, o kim-
se ki” manalarını anlatan “mâ,
men, ellezî” gibi kelimeler.
evvelce:
daha önce.
ferdî:
şahsî, bireysel.
fiil:
iş, hareket.
iktida:
tâbi olma, uyma.
imkân:
olabilirlik, olanak.
istihkak:
hak etme, hak kazanma,
hakkı olma.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
madem:
değil mi ki.
mahdut:
sınırlı, sınırlanmış olan.
mahut:
belirli, belli olan.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
mazi:
geçmiş zaman.
mevcudiyet:
mevcut olma, varlık.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
raci:
dair, ait, alâkası olan.
risalet:
elçilik, resullük, peygam-
ber olarak gönderilme.
siga:
kip, fiilin çekiminden meyda-
na gelen; şahıs, zaman ve vasfı
değiştiren hâl.
şe’n:
iş.
şedaid:
en şiddetli sıkıntılar, belâ-
lar musibetler.
şefaat:
birinden başkasının adına
bir ricada bulunma, kusurlarının
veya suçunun bağışlanmasını di-
leme.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden, itaatte bulunan, bağlanan.
tabir:
ifade; deyim.
taharri:
arama, araştırma, incele-
me, tahkik etme.
talep:
isteme, dileme.
teklif:
Allah’ın, insanları emir
ve yasaklarına uygun hareket
etmekle vazifelendirmesi.
temin:
sağlama.
tevatür:
içinde yalan ihtimali
bulunmayan ve birbirlerine
kuvvet veren haberlerden
oluşan büyük bir topluluğa ait
haber.
ulüvv-i şan:
şanı yüce, şerefi
büyük.
usul:
metot, düzen.
vesile:
yol, vasıta, sebep.
zulümat-ı beşeriye:
beşerin
karanlığı, insanın bilgisizlik ka-
ranlığı.
1.
Yol.
2.
Yol.
3.
Yol.
4.
Onlar ki... (Fatiha Suresi: 7.)
5.
Nimetlendirdin. (Faiha Suresi: 7.)
6.
Onların üzerine. (Fatiha Suresi: 7.)
7.
… üzerine.
f
aTiha
S
ureSi
| 48 | İşaratü’l-İ’caz