(1)
r
ºp
¡r
«n
?n
Y p
܃o
°†r
¨n
ªr
dG p
ôr
«n
Z
Havf ve firar makamı olan şu sıfatın mâkablindeki ma-
kamlarla münasebeti ise; bu makamın hayret ve dehşet
nazarıyla celâl ve cemal ile muttasıf olan makam-ı rubu-
biyete baktırması ve iltica ve dehalet nazarıyla
(2)
o
óo
Ñr
©n
f
’deki makam-ı ubudiyete baktırması ve acz nazarıyla
(3)
o
Ú/
©n
à°r
ùn
f
’deki tevekkül makamına baktırması ve teselli
nazarıyla refik-i daimîsi olan makam-ı recaya baktırması-
dır. Çünkü, korkunç bir şeyi gören adam, korku ve hay-
ret içinde kalır; sonra firar etmeye meyleder. Âciz oldu-
ğu takdirde, tevekkül eder; sonra teselli yollarını arar.
Sual:
Cenab-ı Hak ganî-i Mutlak’tır. Âlemde bu ka-
dar dalâletleri ve pek çirkin fena şeyleri yapan nev-i be-
şerin yaratılışında ne hikmet vardır?
Cevap:
kâinatta, maksud-i bizzat ve küllî ve şümullü
olarak yaratılan, ancak kemaller, hayırlar hüsünlerdir.
Şerler, kubuhlar, noksanlar ise hüsünlerin hayırların, ke-
mallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve
cüz’iyet kabîlinden tebeî olarak yaratılmışlardır ki; hayır-
ların hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevilerini, kı-
sımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-ı nisbiye-
nin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir va-
hid-i kıyasî olsunlar.
âciz:
güçsüz.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlem:
dünya, cihan.
celâl:
sonsuz büyüklük, haşmet,
ululuk, yücelik.
cemal:
güzellik, Cenab-ı Hakkın lü-
tuf ve ihsanı ile tecellisi.
cüz’iyet:
azlık, cüz’î oluş, küçük-
lük.
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
dehalet:
girme, birinin himaye ve
merhametine sığınma.
firar:
izinsiz veya nizamsız olarak
ortadan kaybolma, savuşmak,
kaçma, gizlice gitme.
Ganî:
bütün varlıklara sahip, zen-
gin olan Allah.
hakaik-ı nisbiye:
benzer hakikat-
ler.
havf:
korku, korkma.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hüsün:
güzellik.
iltica:
sığınma, güvenme, dayan-
ma.
kabil:
tür, gibi.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kubuh:
çirkinlik.
küll:
hep, bütün, çok, bir şeyin ta-
mamı.
mâkabl:
öndeki, üstteki.
makam-ı reca:
ümit bağlanan
makam, yalvarılan, istekte bulu-
nulan, dilek dilenilen makam.
makam-ı rububiyet:
Rububiyet
makamı, İlâhî terbiye edicilik sıfa-
tının görünüp belirme durumu.
makam-ı ubudiyet:
kulluk maka-
mı, kulluk yeri.
maksud-i bizzat:
kendi maksadı,
şahsî gaye, şahsî amaç.
mertebe:
derece, basamak.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme, yö-
nelme.
mukaddeme:
başlangıç.
muttasıf:
vasıflandırılan, sıfatla-
nan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
nev’i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nevi:
çeşit.
refik-i daimî:
daimî, devamlı
arkadaş, sürekli dost.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sual:
soru.
şer:
kötülük.
şümul:
içine alma, kapsam.
tebeî:
hakikî maksat olmayıp,
dolayısıyla olan, asla nispetle
ikinci plânda, ikinci derecede
kalan.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
tevekkül:
bir işi gerçekleşme-
si için gereken çalışmayı ve
çabayı gösterip sebeplere
başvurduktan sonra işi Allah’a
bırakma.
vahid-i kıyasî:
ölçmeye esas
olan şey, birim, ölçü birimi.
vesile:
bahane, sebep.
zuhur:
ortaya çıkma.
1.
Gazabına uğrayanların değil. (Fatiha Suresi: 7.)
2.
Kulluk ederiz. (Fatiha Suresi: 5.)
3.
Yardım dileriz. (Fatiha Suresi: 5.)
f
aTiha
S
ureSi
| 50 | İşaratü’l-İ’caz