iç yüzüyle tecelli edip sâniini, Hâlıkını vasıtasız görece-
ğine işarettir.
(1)
p
?r
ƒn
j
tabiri ise, haşrin vukuunu gösteren emarelerden
birine işarettir. Şöyle ki:
saniye, dakika, saat ve günleri gösteren haftalık bir
saatin millerinden birisi devrini tamam ettiği zaman, be-
hemehâl ötekiler de devirlerini ikmal edeceklerine kana-
at hâsıl olur.
kezalik, yevm, sene, ömr-i beşer ve ömr-i dünya için-
de tayin edilen manevî millerden birisi devrini tamam et-
tiğinde, ötekilerin de –velev uzun bir zamandan sonra ol-
sun– devirlerini ikmal edeceklerine hükmedilir.
Ve keza, bir gün veya bir sene zarfında vukua gelen
küçük küçük kıyametleri, haşirleri gören bir adam, saa-
det-i ebediyenin, haşrin tulû-i fecriyle, şahsî bir nev hük-
münde olan insanlara ihsan edileceğine şüphe edemez.
p
øj/
q
ódn
G
kelimesinden maksat ya cezadır; çünkü, o gün
hayır ve şerlere ceza verilecek bir gündür. Veya hakaik-ı
diniyedir; çünkü, hakaik-ı diniye o gün tam manasıyla
meydana çıkar ve daire-i itikadın daire-i esbaba galebe
edeceği bir gündür.
evet, Cenab-ı Hak, müsebbebatı esbaba bağlamakla,
intizamı temin eden bir nizamı kâinatta vaz etmiş. Ve
her şeyi o nizama müraat etmeye ve o nizam ile kalma-
ya tevcih etmiştir. Ve bilhassa insanı da o daire-i esbaba
müraat ve merbutiyet etmeye mükellef kılmıştır. Her ne
behemehâl:
mutlaka, elbette, ne
yapıp edip.
bilhassa:
özellikle.
ceza:
karşılık.
daire-i esbap:
sebepler dairesi,
sebep ve kanunların bulunduğu
yer olan maddî âlem, fiillerin, işle-
rin, oluşların sebeplere bağlandığı
âlem.
daire-i itikat:
itikat, inanç dairesi.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hakaik-ı diniye:
dine ait olan ha-
kikatler.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hâsıl:
elde edilenlerin hepsi, mey-
dana gelme.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın, ölüleri diriltip mahşere çı-
karması, kıyamet.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ikmal:
tamamlama, bitirme.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kanaat:
inanç.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
maksat:
istek, talep.
mana:
anlam.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
merbutiyet:
bağlılık, mensup
oluş, mensubiyet, ilgililik.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan, bir şeyi yapmaya mecbur
olan, vazifeli.
müraat:
gözetme, riayet etme.
müsebbebat:
bir sebeple olanlar,
sebeple meydana çıkanlar,
neticeler.
nev:
çeşit.
nizam:
düzen, düzgünlük; kai-
de, kanun.
ömr-i beşer:
insan ömrü, in-
san hayatı.
ömr-i dünya:
dünya hayatı,
her hangi bir canlının dünya-
daki yaşama süresi.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, husu-
sî.
şer:
kötülük.
tabir:
ifade; deyim.
tayin:
belirleme, gösterme, sı-
nırını çizme.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
temin:
sağlama.
tevcih:
yöneltme, çevirme.
tulû-i fecir:
tan yeri ağarma-
sı, sabah namazı vakti.
vasıta:
aracı.
vaz etme:
yaratma, var etme;
koyma, yerleştirme.
velev:
olsa da bile, hatta, ister.
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme.
yevm-i sene:
gün ve sene,
belli zaman dilimleri.
zarfında:
süresince.
1.
Gün.
f
aTiha
S
ureSi
| 40 | İşaratü’l-İ’caz