İşaratü'l İ'caz - page 37

İhtar:
Müşahhas olan bir şeyin umumî bir mefhumla mülâ-
haza edildiğine binaen; Zat-ı Akdes de müşahhas ol-
duğu hâlde, Vacibü’l-Vücud mefhumuyla tasavvur
edilebilir.
(1)
u
Ün
Q
: Yani, her bir cüz’ü bir âlem mesabesinde bu-
lunan şu âlemi bütün eczasıyla terbiye ve yıldızlar hük-
münde olan o cüzlerin zerratını kemal-i intizamla tahrik
eder.
evet,
Cenab-ıHak,herşeyiçinbirnokta-ikemalta-
yinetmiştir.Veonoktayıeldeetmekiçin,oşeyebirme-
yilvermiştir.
Her şey, o nokta-i kemale doğru hareket
etmek üzere, sanki manevî bir emir almış gibi, munta-
zaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. es-
na-i harekette, onlara yardım eden ve mânilerini def
eden, şüphesiz Cenab-ı Hakkın terbiyesidir.
evet, kâinata dikkatle bakıldığı zaman, insanların taife
ve kabileleri gibi, kâinatın zerratı, münferiden ve müçte-
mian Hâlık’larının kanununa imtisalen, muayyen olan
vazifelerine koşmakta oldukları hissedilir; yalnız bedbaht
insanlar müstesna.
(2)
n
Ú/
ªn
dÉn
©r
dn
G
Bu kelimenin sonundaki
n
øj
yalnız i’rab alâmetidir
(3)
n
Ú/
Kn
Ón
K ,n
øj/
ör
ûp
Y
gibi– veya cem alâmetidir. Çünkü, âle-
min ihtiva ettiği cüzlerin her birisi bir âlemdir. Veyahut,
yalnız Manzume-i Şemsiyeye münhasır değildir. Cenab-ı
Hakkın, şu gayr-i mütenahi fezada çok âlemleri vardır.
da bulunan harf veya harekelerin
amillere göre değişmesi.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
imtisalen:
imtisal ederek, uyarak,
tâbi olarak.
kabile:
iptidaî ve göçebe insanlar-
da, aynı soydan sayılan ve bir ba-
şa itaat eden insan topluluğu, boy,
aşiret, oymak, uruk.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mâni:
engel, mania, set.
Manzume-i şemsiye:
Güneş Sis-
temi.
mefhum:
bir sözün ifade ettiği
mana, sözden çıkarılan mana;
konsept, kavram.
mesabe:
derece, menzile, rütbe.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme, yö-
nelme.
muayyen:
belirli.
muntazaman:
düzgün, düzenli ve
devamlı olarak.
müçtemian:
toplu olarak, topluca,
hepsi birden.
mülâhaza:
düşünme, tefekkür,
düşünce.
münferiden:
ayrı ayrı, birer birer.
münhasır:
mahsus, ait, yönelik.
müstesna:
istisna olan, hariç.
müşahhas:
somut, gözle görülebi-
lir, elle tutulabilir hâldeki.
müteveccihen:
teveccüh ederek,
yönelerek.
nokta-i kemal:
kemal noktası; ol-
gunluk, eksiksizlik sınırı; zirve nok-
tası, ulaşılabilecek en yüksek nok-
ta.
tahrik:
hareket ettirme, harekete
geçirme, yola çıkartma.
taife:
takım, güruh.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
tayin:
belirleme, gösterme, sınırı-
nı çizme.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme, eğitme.
umumî:
genel.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının varlığı-
na bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah (c.c.).
vazife:
görev.
zat-ı akdes:
en mukaddes zat,
her türlü kusur ve noksandan
uzak ve pak olan zat; Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
âlem:
dünya, cihan.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, za-
vallı.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cem:
çoğul.
cenab-ı Hak:
hakkın ta kendi-
si olan şeref ve azamet sahibi
Allah.
cüz:
kısım, parça.
def etme:
kovma, uzaklaştır-
ma.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısım-
lar.
esna-i hareket:
hareket esna-
sı, hareket sırası.
feza:
kâinatta, yıldızlar arasın-
daki boşluk, uzay.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
i’rab:
kelime ve fiillerin sonun-
1.
Her bir şeye ihtiyacı olanı veren, onları besleyen, terbiye eden ve onları yaratılış gayelerine
uygun şekilde sevk ve idare eden Allah. (Fatiha Suresi: 2.)
2.
Bütün âlemler. (Fatiha Suresi: 2.)
3.
Yirmi, otuz.
İşaratü’l-İ’caz | 37 |
f
aTiha
S
ureSi
1...,27,28,29,30,31,32,33,34,35,36 38,39,40,41,42,43,44,45,46,47,...576
Powered by FlippingBook