İşaratü'l İ'caz - page 29

müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini
celp etti. “Şu garip ve acip mahlûklar kimlerdir? nere-
den geliyorlar? nereye gidiyorlar?” diye, ahvallerini an-
lamak üzere, hilkat hükümeti ve fenn-i hikmeti karşıları-
na çıkardı ve aralarında şöyle bir muhabere başladı:
Hikmet: “nereden geliyorsunuz? nereye gidiyorsu-
nuz? Bu dünyada işiniz nedir? reisiniz kimdir?”
Bu suale, benîâdem namına, emsali olan büyük pey-
gamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesse-
lâm, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak, şöyle ce-
vapta bulundu:
“ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, sultan-ı ezelî’nin
kudretiyle, yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemi-
ne çıkarılan mahlûklardır. sultan-ı ezelî, bütün mevcuda-
tı içinde, biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize
vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye mütevec-
cihen hareket etmekteyiz. dünyadaki işimiz de, o saa-
det-i ebedîye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız olan
istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azîm insan kerva-
nına bundan sonra, sultan-ı ezelî’den risalet vazifesiyle
gelip, riyaset eden benim. İşte o sultan-ı ezelî’nin risalet
beratı olarak bana verdiği kur’ân-ı Azîmüşşan, elimde-
dir. Şüphen varsa, al oku!”
Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın verdiği
şu cevaplar, kur’ân’dan muktebes ve kur’ân lisanıyla
söylenildiğinden, kur’ân’ın anasır-ı esasiyesinin şu dört
maksatta temerküz ettiği anlaşılıyor.
muktebes:
iktibas edilmiş, alıntı
yapılmış.
müteselsilen:
birbirinin peşi sıra,
zincirleme olarak.
müteveccihen:
teveccüh ederek,
yönelerek.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nema:
çoğalma, artma.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
re’sü’l-mal:
ana para, sermaye.
reis:
başkan.
risalet:
elçilik, resullük, peygam-
ber olarak gönderilme.
riyaset:
reislik, başkanlık.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
sual:
soru.
Sultan-ı Ezelî:
ezelî sultan; kudret,
kuvvet ve hükümranlığının baş-
langıcı olmayan Allah.
temerküz:
merkezleşme, bir mer-
kezde toplanma.
temin:
sağlama.
vazife:
görev.
vekâleten:
vekâlet yoluyla, birisi-
ne vekil olarak, başkası adına.
ziyadar:
ziyalı, ışıklı, parlak, aydın-
lık.
İşaratü’l-İ’caz | 29 |
f
aTiha
S
ureSi
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahval:
hâller, durumlar.
âlem:
dünya, cihan.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât
ve selâm onun üzerine olsun.
anasır-ı esasiye:
esas unsur-
lar, temel elementler.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
benî:
oğullar, evlâtlar, çocuk-
lar.
berat:
nişan, rütbe ve imtiyaz
için verilen belge, kurtuluş
belgesi.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
emanet-i kübra:
büyük ema-
net, en büyük emanet.
emsal:
örnekler, benzerler.
fenn-i hikmet:
felsefe ilmi.
garip:
tuhaf, hayret verici.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın, ölüleri diriltip
mahşere çıkarması, kıyamet.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
istidat:
yaratılıştan olan ve za-
manla geliştirilen kabiliyet; bir
şeyin kazanılmasına olan fıtrî
meyil.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve
şerefi yüce olan Kur’ân.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafın-
dan yaratılmış olan.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahlûklar.
muhabere:
haberleşme.
Muhammed-i arabî:
Arapla-
rın içinden çıkan Peygamberi-
miz Muhammed (
ASM
).
1...,19,20,21,22,23,24,25,26,27,28 30,31,32,33,34,35,36,37,38,39,...576
Powered by FlippingBook