tetkikatıyla, tahkikatıyla bir tefsirin yapılması lâzımdır.
nitekim, kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin
fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tet-
kikatından geçmesi lâzımdır ki, umumî bir emniyeti ve
cumhur-i nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı
bir kefalet-i zımniye husule gelsin ve icma-ı millet, hüc-
ceti elde edebilsin.
evet, kur’ân-ı Azîmüşşan’ın müfessiri, yüksek bir de-
ha sahibi ve nafiz bir içtihada malik ve bir velâyet-i kâmi-
leyi haiz bir zat olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu
şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve
o heyetin telâhuk-i efkârından ve ruhlarının tenasübüyle
birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve
taassuplarından azade olarak tam ihlâslarından doğan
dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte, kur’ân’ı ancak
böyle bir şahs-ı manevî tefsir edebilir.
Çünkü “
Cüzdebulunmayan,külldebulunur
” kaidesine
binaen, her fertte bulunmayan bu gibi şartlar, heyette
bulunur. Böyle bir heyetin zuhurunu çoktan beri bekli-
yorken, hiss-i kablelvuku kabîlinden olarak, memleketi
yıkıp yakacak büyük bir zelzelenin arefesinde bulunduğu-
muz zihne geldi.
(HaşİYe)
“
Birşeytamamıylaeldeedilemediğitakdirde,oşeyi
tamamıylaterketmekcaizdeğildir
” kaidesine binaen,
HaşİYe:
evet, Van’da Horhor medresemizin damında esna-i derste bü-
yük bir zelzelenin gelmekte olduğunu söyledi. Hakikaten söylediği gibi,
az bir zaman sonra Harb-i Umumî başladı.
Hamza, Mehmed Şefik, Mehmed Mihri
arefe:
belirli bir günden bir önce-
ki gün.
azade:
uzak, emin, korunmuş.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
bilhassa:
özellikle.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
caiz:
yapılması veya yapılmama-
sında sakınca olmayan, uygun.
cumhur-i nâs:
insanların çoğunlu-
ğu.
cüz:
kısım, parça.
dâhî:
son derece zeki, anlayışlı,
deha sahibi.
dam:
tavan.
deha:
olağanüstü zekâ sahibi ol-
ma.
emniyet:
güven, inanama. asayiş.
esna-i ders:
ders esnası, ders anı,
ders zamanı.
fert:
birey, şahıs, kişi.
haiz:
bir şeye sahip olma, sahip,
malik.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
Harb-i Umumî:
1914-1918 yılları
arasında cereyan eden Birinci
Dünya Savaşı.
haşiye:
dipnot.
heyet:
kurul, komite.
heyet:
topluluk, beraber.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vuku-
undan önce hissetme, bir hâdise-
nin gerçekleşmesinden önce kal-
be doğması.
husule gelmek:
hâsıl olma, mey-
dana gelmek, peyda olmak.
hüccet:
delil, emare, işaret, isbat.
hüküm:
verilen karar.
hürriyet-i fikir:
fikir ve düşünce
hürriyeti.
ıttırat:
düzenlilik, ahenk. Munta-
zam olarak birbirini takip etmek.
icma-ı millet:
milleti meydana
getiren bireylerin bir meselede fi-
kir birliği yapmaları.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î esas-
lar dâhilinde Kur’ân ve sünnete
uygun şekilde bir konuda fikir or-
taya koymaları, hüküm vermele-
ri.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
itimat:
güven.
kabîl:
tür, gibi.
kaide:
kural, esas, düstur.
kanunî:
kanuna uygun.
kefalet-i zımniye:
dolaylı kefillik.
m
ukaddeme
| 22 | İşaratü’l-İ’caz
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve
şerefi yüce olan Kur’ân.
küll:
bütün.
malik:
sahip.
medrese:
eski dönemde ders
okutulan düzenli öğretim ku-
ruluşu.
müfessir:
Kur’ân-ı Kerîm’in
metnini tefsir, şerh ve izah
eden İslâm âlimi.
nafiz:
tesir eden, nüfuzlu, te-
sirli.
nazar-ı dikkat:
inceleyerek
bakmak, önemseyerek bak-
mak.
nitekim:
gerçekten, hakika-
ten, nasıl ki.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atten meydana gelen manevî
şahıs.
taassup:
aşırı bağlılık, aşırı ta-
raftarlık, fanatizm.
tahkikat:
araştırmalar, incele-
meler; soruşturarak, araştıra-
rak doğruyu bulmak.
tanzim:
düzenleme.
tefsir:
açıklama, yorumlama,
şerh.
telâhuk-i efkâr:
fikirlerin bir-
biri peşine gelip birleşmesi,
katılaşması, birbirine eklen-
mesi.
tenasüp:
uyma, uygunluk,
birbirini tutma.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
tetkikat:
incelemeler, araştır-
malar.
umumî:
genel.
velâyet-i kâmile:
kâmil velâ-
yet, olgunluğa ermiş velâyet.
zat:
şahsiyet.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zuhur:
ortaya çıkma.