“sanatü’t-tedelli” kaidesine dâhildir. Bu ise, belâgatçe
makbul değildir.
Cevap:
evet, kaşlar göze, gem ata mütemmim olduk-
ları ve onların noksanlarını ikmal ettikleri gibi, küçük ni-
metler de büyük nimetlere mütemmimdirler. Bu itibarla,
mütemmim olan, haddizatında küçük de olsa, faydayı ik-
mal ettiğinden, büyükten daha büyük olması icap eder.
Ve keza, büyükten beklenilen menfaat, küçüğe müte-
vakkıf ise, o küçük, büyük sırasına geçer; o büyük dahi
küçük hükmünde kalır; kilit ile anahtar, lisan ile ruh gibi.
Ve keza, bu makam, nimetlerin tadadı veya nimetlerle
imtinan makamı değildir; ancak insanları gizli ve küçük
nimetlere tembih ve ikaz etmek makamıdır. evvelki ma-
kamlardaki “tedelli” şu “tembih” makamında “terakki”
sayılır. Çünkü, gizli ve küçük nimetleri insanlara göster-
mek ve insanları onların vücuduna ikaz etmek, daha lâ-
yık ve daha lâzımdır. Bu itibarla, şu meselemizde tedelli
değil, terakki vardır.
Sual:
Mebde ve mehaz itibarıyla rikkatü’l-kalb mana-
sını ifade eden bu iki sıfatın Cenab-ı Hak hakkında kul-
lanılması caiz değildir. eğer mana-i hakikatlerinin lâzımı
ve neticesi olan in’am ve ihsan kastedilirse, mecazda ne
hikmet vardır?
Cevap:
Bu iki sıfat, “yed” gibi, mana-i hakikîleriyle
Cenab-ı Hak hakkında kullanılması muhal olan müteşa-
bihattandır. Müteşahbihatta mana-i mecazînin mana-i
hakikînin lâfzıyla üslûbuyla gösterilmesindeki hikmet,
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; bir şeyde saklı bulu-
nan derin anlam.
caiz:
yapılması veya yapılmama-
sında sakınca olmayan, uygun.
cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan şeref ve azamet sahibi Allah.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
evvel:
önce.
hadd-i zatında:
esasen, aslında.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
icap:
gerekme hâli, lâzım, gerekli,
lüzum.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ikaz:
uyarı.
ikmal:
tamamlama, bitirme.
imtinan:
minnet duygusu uyan-
dırma, minnet ettirme; şükür, te-
şekkür duygusu uyandırma.
in’am:
nimet verme, nimetlendir-
me, ihsan etme.
itibar:
bakımdan, sebepten.
kaide:
kural, esas, düstur.
kasıt:
niyet, düşünce.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lâyık:
yakışan, yaraşır, yakışır.
lisan:
dil.
makam:
yer, mevki.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
mana:
anlam.
mana-i hakikat:
asıl mana, mahi-
yetin gerçek yüzü.
mana-i hakikî:
gerçek, doğru, asıl,
mana.
mana-i mecazî:
mecazî mana, bir
kelimenin veya lâfzın gerçek an-
lamının dışında başka bir anlam-
f
aTiha
S
ureSi
| 34 | İşaratü’l-İ’caz
da kullanıldığındaki mana.
mebde:
başlangıç.
mecaz:
bir kelimenin gerçek
manasında kullanılamayıp, il-
gi, alâka ve benzerlik bağı bu-
lunan başka bir manada kul-
lanılması.
mehaz:
menba, kaynak.
menfaat:
fayda.
mesele:
konu.
muhal:
imkânsız, olması
mümkün olmayan.
mütemmim:
itmam eden, ta-
mamlayan, ikmal eden, ta-
mamlayıcı.
müteşabihat:
Kur’ân-ı Ke-
rîm’in manası açık olmayan
ayetleri, müteşabih ayetler,
mecazî manaya elverişli ayet-
ler.
mütevakkıf:
bir şeye bağlı
olan, ancak onunla olabilen.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rikkat-i kalb:
gönül yufkalığı,
yürek yufkalılığı.
sanatü’t-tedelli:
en âlâdan
başlayıp en adî olana doğru
gitme, yukarıdan aşağıya in-
me şeklindeki belâgat sanatı.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sual:
soru.
tadat:
birer birer söyleme, tek
tek zikretme, sayıp dökme,
sayım.
tedelli:
aşağıya inme.
tembih:
hatırlatma, uyarma.
terakki:
yükselme, ilerleme.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul,
stil.
yed:
el.