“
Hem seyyar bir ticaretgâhtır
. öyle ise alış verişini
yap, gel; ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafile-
lerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.
“
Hem muvakkat bir seyrangâhtır
. öyle ise nazar-ı ib-
retle bak ve zahirî çirkin yüzüne değil, belki Cemil-i Bâ-
kîye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faydalı
bir tenezzüh yap, dön; ve o güzel manzaraları irae eden
ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla, akılsız
çocuk gibi ağlama, merak etme.
“
Hem bir misafirhanedir
. öyle ise onu yapan Mih-
mandar-ı kerîm’in izni dairesinde ye, iç, şükret; kanunu
dairesinde işle, hareket et. sonra arkana bakma, çık, git;
herzekârâne fuzulî bir surette karışma. senden ayrılan ve
sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici iş-
lerine bağlanıp boğulma,” gibi zahir hakikatlerle dünya-
nın iç yüzündeki esrarı gösterip dünyadan müfarakatı ga-
yet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahme-
tinin her şeyde ve her şe’ninde bir izi bulunduğunu gös-
terir.
İşte kur’ân, şu beş veçhe işaret ettiği gibi, başka hu-
susî vecihlere dahi ayat-ı kur’âniye işaret ediyor. Veyl o
kimseye ki, şu beş vecihten bir hissesi olmaya.
®
ayat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın cümle-
leri.
beyhude:
boşuna.
Cemîl-i Bâkî:
sonsuz güzellik sahi-
bi Allah.
esrar:
sırlar.
fuzulî:
boşuna, gereksiz, anlamsız.
gayet:
son derece.
hakikat:
doğrular.
herzekârâne:
saçma sapan
konuşma.
hususî:
özel.
hüşyar:
uyanık.
iltifat etmeyen:
yüzünü çevi-
rip bakmayan.
irae etme:
önüne koyma, gös-
terme.
kafile:
birlikte yolculuk eden
topluluk.
Mihmandar-ı kerîm:
dünya
misafirhanesinde
kullarına
yardım eden ve nimet veren
Rabbimiz, Allah.
muvakkat:
geçici.
müfarakat:
ayrılık.
nazar-ı ibret:
ders alınacak
bakış.
seyrangâh:
gezinti yeri.
seyyar:
gezici, gezen.
suret:
şekil.
şe’n:
iş, fiil; gerek.
tenezzüh:
gezinti.
ticaretgâh:
ticaret yeri.
vecih:
kısım.
veyl:
yazıklar olsun.
zahir:
açıkça görünen, bilinen.
zahiri:
görünen.
o
n
Y
edinCi
S
öz
| 94 |
iMan ve küfür Muvazeneleri