bir misafire ünsiyet edip, teselli bulmak ister. onunla o
elîm âlâm-ı firakı kapamak ister.
Ey Nefis!
Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafın-
dadırlar. Burada kalan bir iki tane ise; onlar da gidiyor-
lar. ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirme,
merdane kabre bak; dinle, ne talep eder. erkekçesine
ölümün yüzüne gül; bak, ne ister. sakın gafil olup ikinci
adama benzeme.
Ey Nefsim!
deme: “zaman değişmiş, asır başkalaşmış; herkes
dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maişetle
sarhoştur.” Çünkü, ölüm değişmiyor; firak bekaya kal-
bolup, başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmi-
yor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at
peyda ediyor.
Hem deme: “Ben de herkes gibiyim.” Çünkü, herkes
sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle mu-
sibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür
tarafında pek esassızdır.
Hem kendini başıboş zannetme. zira şu misafirhane-i
dünyada, nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız,
gayesiz göremezsin. nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilir-
sin? zelzele gibi vakıalar olan şu hâdisat-ı kevniye, tesadüf
oyuncağı değiller. Meselâ, zemine nebatat ve hayvanat
envaından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde,
acz-i beşerî:
insanın güçsüzlüğü.
ahbap:
sevilenler, dost ve akraba-
lar.
âlâm-ı firak:
ayrılık acıları.
asır:
devir, zaman
beka:
sonsuzluk.
beşer:
insanlık.
derd-i maişet:
geçim derdi,
geçim sıkıntısı.
elîm:
üzücü, acı veren.
enva:
çeşitler, türler.
esassız:
asılsız, geçersiz.
fakr-i insanî:
insanın muhtaç
oluşu.
firak:
ayrılık.
gafil:
sorumsuz, Allah’ın emir-
lerinden habersiz davranan.
Habibullah:
Allah’ın sevgili ku-
lu Hz. Muhammed.
hâdisat-ı kevniye:
var oluş ve
varlıklarla ilgili olaylar.
hayat:
yaşam, dünya yaşantı-
sı.
hayvanat:
hayvanlar.
kabir:
mezar.
kalp olmak:
değişmek.
merdane:
mertçe, erkekçe.
misafirhane-i dünya:
dünya
misafirhanesi.
musibet:
felâket, belâ.
nazar-ı hikmet:
hikmetli ba-
kış, her şeyin bir amacı, bir
faydası olduğunu düşünerek
bakma.
nebatat:
bitkiler.
nizamsız:
düzensiz, ölçüsüz.
pek:
çok, oldukça.
perestiş:
taparcasına sevmek.
sür’at peyda etmek:
hız ka-
zanmak.
talep etmek:
istemek.
tesadüf:
rastlantı.
teselli:
avunma.
ünsiyet:
yakınlık, dostluk.
vakıa:
olay.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zemin:
yeryüzü.
ziyadeleşmek:
artmak.
o
n
d
ördünCü
S
öz
| 88 |
iMan ve küfür Muvazeneleri