gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler, baştan
aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, müceh-
hez olduklarını gördüğün ve gayet âlî gayeler içinde
kemal-i intizam ile meczup Mevlevî gibi devredip döndür-
mesini bildiğin hâlde, nasıl oluyor ki, küre-i arzın
benîâdemden, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kı-
sım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye
benzeyen zelzele gibi
(HaşİYe)
mevtâlûd hâdisat-ı hayatiye-
sini, bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî
zannederek bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedel-
siz, hebaen mensur gösterip, müthiş bir ye’se atarlar.
Hem, büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler. Bel-
ki, öyle hâdiseler, bir Hakîm-i rahîm’in emriyle ehl-i
imanın fânî malını sadaka hükmüne çevirip, ibka etmek-
tir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara kefarettir.
nasıl ki bir gün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün
ziyneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirkâlûd, şükürsüz görüp
çirkin bulur. Hâlık’ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün
yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle, ehl-i şirki cehen-
neme döker; ehl-i şükre, “Haydi, cennete buyurun” der.
x
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 89 |
o
n
d
ördünCü
S
öz
âlî:
yüksek, yüce.
âsâr-ı beşer:
insanların eserle-
ri.
bahusus:
özellikle.
bedelsiz:
karşılıksız.
benîâdem:
Âdemoğulları, in-
sanlar.
ehl-i iman:
iman edenler,
Müslümanlar.
ehl-i şirk:
Allah’a ortak koşan-
lar.
ehl-i şükür:
şükredenler.
elîm:
üzücü, acı veren.
etvar-ı gaflet:
Allah’ın emirle-
rini ve yasaklarını unutarak
yapılan yanlış davranışlar.
fânî:
geçici, yok olan.
gayesiz:
hedefsiz, maksatsız.
gayet:
son derece.
hâdisat-ı hayatiye:
hayatı ilgi-
lendiren olaylar.
hâdise:
olay.
Hakîm-i rahîm:
her şeyi gaye
ve hikmetlerle yaratan, çok
merhametli, Allah.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
haşiye:
açıklayıcı not, dipnot.
hata:
kusur, eksiklik, yanlışlık.
hebaen mensur:
boşu boşu-
na.
hikmet:
her şeyin faydalı, ga-
yeli ve yerli yerinde olması.
hükmüne çevirmek:
yerine
geçirmek.
ibka etmek:
ebedîleştirme,
sonsuzlaştırma.
kefaret:
bir günahı affettir-
mek için çekilen sıkıntı.
kemal-i intizam:
mükemmel
düzen.
küfran-ı nimet:
nimete karşı
nankörlük etme.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
HaşİYe:
İzmir’in zelzelesi münasebetiyle yazılmıştır.
meczup:
başkasının tesiriyle hare-
ket hâlinde olan; Allah aşkıyla
kendinden geçmiş .
Mevlevî:
Mevlevî tarikatine men-
sup kimse.
mevtâlûd:
ölüm bulaşmış, ölüm-
cül.
muntazam:
düzenli.
musahhar:
emir dinleyen, itaat
eden.
musibetzede:
felâkete uğrayan.
mücehhez:
teçhiz edilmiş, donatıl-
mış, donanmış.
mülhit:
İslâm dininden ayrılan,
dinsiz.
münakkaş:
işlemeli, süslü.
münasebet:
alâka, ilgi, sebep.
müthiş:
dehşetli, korkutucu.
müzeyyen:
süslü.
neşretmek:
herkese duyurma,
yayma.
sadaka:
Allah yolunda harcanan
mal.
sıklet-i maneviye:
manevî ağırlık.
şirkâlûd:
şirk karışmış, şirke bulaş-
mış.
şükürsüz:
nimete karşı hoşnutluk
göstermeme.
tesadüfî:
rastgele.
yeis:
ümitsizlik.
zayiat:
kayıplar, zararlar.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zemin:
yer.
ziynet:
süs.
zulüm:
haksızlık, eziyet.