âr
°ùn
HÉn
N ƒo
¸ r
ºn
g ?/
fÉn
cp
ór
fn
R r
øj/
G
+
r
?G n
ƒr
jn
G
âr
°Sn
OÉn
H ƒo
¸ r
ºn
g r
OÉn
«r
æo
H »/
H p
ôr
ªo
Y r
øj/
h
eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannet-
tik. o zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. evet, şu gü-
zeran-ı hayat, bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temel-
siz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.
â r
°Sn
G Én
æn
Øn
H Én
«r
f o
O r
?G n
h n
õ n
H r
¿É n
°ùr
f p
G
â r
°Sn
G Én
? n
Ñ n
H r
?n
’B
G É n
? n
H »/
H r
?É n
eB
G
kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan,
zevale mahkûmdur; sür’atle gidiyor. Hane-i insan olan
dünya ise, zulümat-ı ademe sukut eder. emeller bekasız,
elemler ruhta bâkî kalır.
r
øo
cG n
ó n
a Gn
Q r
Oƒo
N ?/
fÉ n
a p
Oƒo
Lo
h r
?Én
L r
ô n
a Én
f ¢p
ùr
Øn
f r
…n
G Én
«p
H
â r
°ùn
g ¬n
©j/
On
h »/
à° r
ùn
g r
øj/
G ¬p
c Gn
Q r
Oƒo
M p
?p
dÉn
N
Madem hakikat böyledir; gel, ey hayata çok müştak ve
ömre çok talip ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emellerle
ve elemlerle müptelâ bedbaht nefsim! Uyan, aklını başı-
na al! nasıl ki yıldız böceği, kendi ışıkçığına itimat eder,
gecenin hadsiz zulümatında kalır; bal arısı kendine güven-
mediği için gündüzün güneşini bulur, bütün dostları olan
çiçekleri, güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder;
öyle de, kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan,
yıldız böceği gibi olursun. eğer sen, fânî vücudunu, o
vücudu sana veren Hâlık’ın yolunda feda etsen,
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 101 |
o
n
Y
edinCi
S
öz
zan:
zannetmek; yanlış düşünce.
zannetmek:
sanmak.
zayi etmek:
kaybetmek.
zevale mahkûm olmak:
yok ol-
maktan kurtulamamak.
ziya:
ışık.
zulümat:
karanlıklar.
zulümat-ı adem:
yokluk karanlık-
ları.
bâkî:
devamlı, sürekli.
bedbaht:
talihsiz, mutsuz.
bekasız:
devamsız, geçici.
ebedî:
sonsuz.
elem:
üzüntü, acı.
emel:
istek, beklenti.
enaniyet:
benlik.
fânî:
geçici, yok olan.
feda etmek:
harcamak.
güzeran-ı hayat:
geçip giden
hayat.
hadsiz:
sınırsız.
hakikat:
gerçek.
Hâlık:
yaratan, Allah.
hane-i insan:
insanın evi.
hayat-ı dünyeviye:
dünya ha-
yatı.
itimat:
güvenme, dayanma.
mağrur:
kibirli, gururlu.
müptelâ:
bağımlı, tutkun.
müşahede etme:
görme.
müştak:
isteyen, can atan.
sabit:
sürekli, devamlı.
sukut etmek:
düşmek.
sür’at:
hız.
talip:
istekli.
vücut:
beden, varlık.
yaldızlama:
süsleme, eşyaları
altın ve gümüş rengindeki par-
lak maddelerle süsleme.