İman ve Küfür Muvazeneleri - page 130

kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir hâlde çürü-
yüp tefessüh ederek, mes’uliyet-i maneviyeyi bedbaht
ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.
eğer o istidat çekirdeğini İslâmiyet suyu ile, imanın zi-
yasıyla, ubudiyet toprağı altında terbiye ederek evamir-i
kur’âniyeyi imtisal edip, cihazat-ı maneviyesini hakikî
gayelerine tevcih etse, elbette âlem-i misal ve berzahta
dal ve budak verecek ve âlem-i ahiret ve cennette hadsiz
kemalât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiye-
nin ve bir hakikat-i daimenin cihazatına cami kıymettar
bir çekirdek ve revnaktar bir makine ve bu şecere-i kâ-
inatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.
evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalp, sır, ruh,
akıl, hatta hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüz-
lerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i
ubudiyet ile meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin te-
rakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün incelikle-
rine girmek; ve zevklerinin her çeşitlerini, hatta en süflî-
sini tatmak için bütün letaifini ve kalp ve aklını nefs-i em-
mareye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil,
sukuttur.
Şu hakikati bir vakıa-i hayaliyede, şöyle bir temsilde
gördüm ki: Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o
şehirde büyük saraylar var. Bazı sarayların kapısına ba-
kıyorum; gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi, nazar-ı dik-
kati celp eder, herkesi eğlendirir bir cazibedarlık vardı.
dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, it ile
âlem-i ahiret:
ahiret âlemi.
âlem-i misal:
görüntüler âlemi.
bedbaht:
talihsiz.
berzah:
ruhların kıyamete kadar
bekleyeceği, dünya ile ahiret ara-
sındaki yer.
cazibedar:
çekici.
celp:
çekme.
cihazat-ı maneviye:
manevî or-
ganlar; hisler ve duygular.
ehl-i dalâlet:
küfür içinde olanlar.
evamir-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
emirleri.
gaye:
maksat, hedef.
hadsiz:
sınırsız.
hakikat-i daime:
devam eden
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hayat-ı dünyeviye:
dünya ha-
yatı.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hususî:
özel, şahsî.
iman:
Allah’a inanma.
imtisal:
kullanma.
istidat:
potansiyel kabiliyet,
yetenek.
kemalât:
mükemmellikler.
kuvve:
his ve duygu.
letaif:
duygular, hisler.
medar:
vesile.
mes’uliyet-i maneviye:
ma-
nevî sorumluluk.
meşgul:
ilgilenmek.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren.
mübarek:
bereketli.
münevver:
nurlanmış.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış,
merak.
nefs-i emmare:
insanı kötülü-
ğe sürükleyen nefis.
nimet:
iyilik, ihsan.
revnaktar:
parlak.
sair:
diğer.
sukut:
düşme, aşağı inme.
süflî:
bayağı, adî.
sır:
kalbe konulan bir duygu.
şecere-i bâkiye:
ebedî ağaç.
şecere-i kâinat:
kâinat ağacı,
ağaca benzeyen kâinat.
tefessüh:
bozulma, dağılma.
temsil:
benzetme, örnek.
terakki:
ilerleme, gelişme.
tevcih:
yöneltme.
ubudiyet:
kulluk.
vakıa-i hayaliye:
hayali olay.
vazife-i ubudiyet:
kulluk vazi-
fesi.
ziya:
ışık, aydınlık.
Y
irmi
ü
çünCü
S
öz
| 130 |
iMan ve küfür Muvazeneleri
1...,120,121,122,123,124,125,126,127,128,129 131,132,133,134,135,136,137,138,139,140,...412
Powered by FlippingBook