Başta insan olarak, açlıkla hem hacatla gem vurarak, sok-
muştur nizam ve intizama. daire-i hacette onları gez-
diriyor deveran-ı daime.
Harice meydan vermez, çekiyor insicama. Hem âlemi
kurtarıp vahşîce halt ve merçten. Hem hacet, zembe-
rektir terakki-i âleme.
• • •
İsraf Sefahatin, Sefahat Sefaletin Kapısıdır
ey müsrifli kardeşim! tegaddi noktasında bir iken iki lok-
ma; bir lokma bir kuruşa, bir lokma on kuruşa.
Hem ağza girmeden, hem boğazdan geçtikten, müsavi
bir olurlar. Yalnız ağızda, o da kaç saniyede, bîhuşe ve-
rir nûşe.
zevkî bir fark bulunur, daim onu aldatır o kuvve-i zaika;
bedene, hem mideye kapıcı müfettişe.
onun tesiri menfî, müspet değil. Vazife yalnız kapıcıyı tal-
tif ve memnun etmek. nûş verirsin o bîhuşe.
Aslî vazifesinde onu müşevveş etmek, tek bir kuruş yeri-
ne on bir kuruşu vermek, olur şeytanî pîşe.
İsrafın en sefihi, tebzirin en sakîmi, bir tarzdır bir çeşidi.
Heves etme bu işe.
• • •
alışkanlık.
taltif:
lütfetme, sözle ve hediye ile
onore etme.
tarz:
biçim, şekil.
tebzir:
israf, malı yok yere dağıt-
ma.
tegaddi:
beslenme.
tek:
bir.
terakki-i âlem:
dünyadaki geliş-
meler.
tesir:
etki; eser bırakma, etkileme.
vahşîce:
ürkütücü, merhametsiz-
ce.
vazife:
iş, görev.
zemberek:
kurulduktan sonra
kendi kendine hareket eden de-
mir veya esnek yay.
zevkî:
zevkle ilgili.
âlem:
dünya, varlık sınıflarının
her biri.
aslî:
temel, asıl görev.
bîhuş(e):
akılsız, sersem.
daim:
devamlı.
daire-i hacet:
ihtiyaç alanı.
deveran-ı daime:
sürekli dön-
me.
hacat:
ihtiyaçlar.
hacet:
ihtiyaç duyulan şey.
halt ve merç:
karışıklık, dü-
zensizlik.
hariç:
dışarı.
heves etme:
istek, arzu; gelip
geçici istek; nefsin hoşuna gi-
den istek; akıl dışı istek; zevk,
eğlence.
insicam:
düzgünlük, sağlam
ve tertip üzere olma.
intizam:
tertip, düzen, düz-
günlük ve nizam üzere olma.
israf:
savurganlık.
kuvve-i zaika:
dil, tat alma
duyusu.
menfî:
olumsuz, negatif; bir
şeyin olmayacak ciheti, haki-
katin aksi.
müfettiş:
denetçi, denetleyen.
müsavi:
aynı seviyede, denk,
eşit.
müspet:
olumlu, pozitif; delil-
lerle doğruluğu anlaşılmış, bir
şeyin olur yönü.
müsrif:
savurgan.
müşevveş:
karışık.
nizam:
düzen.
nûş(e):
işret, içme.
sakîm:
kötü, hastalıklı.
sefahat:
ahlâksızlık, eğlence
ve zevke düşkünlük.
sefalet:
yoksulluk, perişanlık.
sefih:
akılsız, malın ve paranın
değerini bilmeyen; müsrif, re-
zil, aşağılık, bayağı.
şeytanî pîşe:
şeytana yakışan
Eski said dönEmi EsErlEri
| 699 |
l
emaaT