döner ulûm-i kâinat, maarif-i İlâhî. eğer mana-i ismiyle,
tabiat noktasında “zatında nasıl olmuş” eğer etsen ni-
gâhı,
Bakarsan kâinata, daire-i fünunun daire-i cehil olur. Bî-
çare hakikatler, kıymetsiz eller kıymetsiz eder. Çoktur
bunun güvahı.
• • •
Yalnız Bir İsim Takmak, Müsemmayı Bilmek Yerine
Bazen İkame Ediliyor
(1)
İşte bir nur-i muzlim, zulmet-i münevvere; efkâr-ı hâzıra-
da cehl-i basiti yapar cehl-i mürekkebe kalb. en mü-
him de bir sebep:
Meçhul bir şeye parlak bir ismi takar, bu meçhul hakika-
ti bununla bildim zanneder. sair meçhul şeyleri ona da
irca edip,
İzah ettim zanneder. Hâlbuki tarif, izah; ya hat ya resim
iledir. Yoksa bir ism-i camit ki, vâzıı cahildir, bir vechi
dahi cazip.
Müsemmaya mümas vechi kara, muzlimdir; göze çarpan
vechi parlak, şeffaftır. o isimle ne tarif olur, ne de iza-
ha calip.
Belki zihni aldatır. Meselâ cazibe-i umumî, kuvve-i mık-
natısî, elektrik kuvveti, telepati, hem ihtizaz, hem man-
yetizma gibi esami-i cezp ve celp.
• • •
bazen:
ara sıra.
belki:
kesinlikle, bilakis.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
cahil:
bir şeyi yanlış bilen ve tanı-
yan.
calip:
çekici, celbedici, kendi tara-
fına çekip getirici olan.
cazibe-i umumî:
genel çekim gü-
cü.
cazip:
her şeyi kendine çeken,
cezp edici.
cehl-i basit:
adi, basit cahillik.
cehl-i mürekkep:
koyu katmerli
cahillik.
daire-i cehil:
cehalet, yanlış de-
ğerlendirme alanı.
daire-i fünun:
fen bilgileri alanı.
efkâr-ı hâzıra:
şimdiki günümüz
düşünceleri.
eğer:
şayet.
esami-i cezp ve celp:
cezp ve
celp, çekim güçleri ile ilgili isimler.
güvâh:
bilen, şahit olan.
hakikat:
gerçek.
hâlbuki:
oysa ki.
hat:
çizgi.
ihtizaz:
hafif titremek, depren-
mek.
ikame etme:
yerine koyma.
irca etmek:
çevirmek, döndür-
mek.
ism-i camit:
cansız isim, türetile-
meyen isim.
izah:
açıklama.
kalb yapma:
kalbetme, dönüştür-
me.
kıymetsiz:
değersiz.
kuvve-i mıknatısî:
mıknatıs gücü.
maarif-i ilâhî:
Allah’ı tanıtan ilim-
ler, bilgiler.
mana-i isim:
varlığın kendine ba-
kan yönü.
manyetizma:
tel’in ve hipnoz
yolu ile birini tesir altına alma.
meçhul:
gizli, bilinmeyen.
meselâ:
misal olarak, örnek
olarak.
muzlim:
karanlık, bilinmeyen,
belirsiz, meçhul.
mühim:
önemli.
mümas:
temas eden, doku-
nan.
müsemma:
isimlendirilmiş,
adlı, adlandırılmış.
nigâh:
bakış.
nur-i muzlim:
karartılmış bir
ışık.
sair:
diğer.
sebep:
neden.
şeffaf:
parlak, içini gösteren.
tabiat:
madde âlemi, varlıklar.
tarif:
bir şeyi belli noktalar ve
işaretlerle inceden inceye an-
latıp bildirmek, tanıtmak.
telepati:
birinin düşündükleri-
ni veya uzakta geçen bir olayı,
duygusal hiçbir bağlantı olma-
dan algılama.
ulûm-i kâinat:
tabiat ilimleri.
vâzı:
koyan, yerleştiren, vaz’
eden.
vecih:
yön, taraf.
zannetmek:
sanmak.
zatında:
kendi üzerinde, şah-
sında, özünde.
zulmet-i münevvere:
aydınlı-
ğın kararması.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 702 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Bu mebhas R/H 1337/1339 tarihli ilk baskı Lemaat’tan alınmıştır.