Bir batıla ki, olmuş o da vesile-i hak. Bilvasıta bir hakkın
bir batıla mağlûptur. Fakat bizzat değildir.
demek,
(1)
ƒo
?r
©n
j t
?n
ër
dn
G
bizzat demektir. Hem akıbet murat-
tır; kayd-ı haysiyet maksuttur.
dördüncü nokta şudur:
Bir hak bilkuvve kalmış. Yahut kuvvetsiz kalmış. Ya mah-
lûttur, hem mahşuş. ona da bir inkişaf, ya bir taze kuv-
vet vermek lâzım gelmiştir.
Mühezzep ve müzehhep yapmak için, muvakkat, batıl
ona musallat; tâ ki sebîke-i hak ne miktar lüzum var-
dır,
tâ mahz ve halis çıksın mebadide, dünyada batıl etse ga-
lebe, fakat kazanmaz harbi. “Akıbetü’l-müttakîn” ona
vurur bir darbe;
İşte, batıl mağlûptur.
ƒo
?r
©n
j t
?n
ër
dn
G
sırrı onu çarpar ikaba; iş-
te hak da galiptir.
• • •
Bir Kısım Desatir-i İçtimaiye
İçtimaî hey’ette düsturları istersen: Müsavatsız adalet, ön-
ce adalet değil. temasülse, tezadın mühim bir sebebi-
dir.
tenasüpse, tesanüdün esası; sıgar-ı nefistir tekebbürün
menbaı, zaaf-ı kalbdir gururun madeni, olmuş acz mu-
halefet menşei. Meraksa, ilme hocadır.
saf.
harb:
savaş.
hey’et:
yapı, bünye; topluluk.
içtimaî hey’et:
sosyal yapı, bünye;
sosyal topluluk, toplum.
ikap:
ceza.
ilim:
bilgi, bilim.
inkişaf:
gelişme.
kayd-ı haysiyet:
şerefi koruma sı-
nırı.
kısım:
bölüm.
kuvvet:
güç, iktidar.
kuvvetsiz:
güçsüz.
lâzım:
gerek, gerekli.
lüzum:
ihtiyaç, gereklilik.
maden:
kaynak.
mağlûp:
yenilgiye uğramış.
mahlût:
karışık.
mahşuş:
kurumuş.
mahz:
tam, bizzat, saf.
maksut:
istenen.
mebadi:
başlangıç.
menba:
kaynak, herhangi bir şe-
yin çıktığı yer.
menşe:
kaynak.
merak:
derin düşünceye kapılma.
miktar:
ölçü.
muhalefet:
zıt ve aykırı davranış,
her şeye karşı çıkma.
murat:
arzu edilen, istenilen.
musallat:
sataşan.
muvakkat:
geçici.
mühezzep:
ıslah edilmiş, düzeltil-
miş, safîleştirilmiş.
mühim:
önemli.
müsavat:
eşitlik.
müzehhep:
yaldızlanmış, süslen-
miş.
nokta:
önemli husus.
sebîke-i hak:
hakkın toplandığı
külçe.
sıgar-ı nefis:
zelil ve hakir olma
hâli, kıymetsizlik; kişinin basitliği,
küçüklüğü.
sır:
gizem, hadisin ifade ettiği gizli
anlam.
tekebbür:
kendini üstün, başkala-
rını değersiz görme, kibirlenme.
temasül:
birbirinin benzeri olma.
tenasüp:
uyum, uygunluk.
tesanüt:
dayanışma.
tezat:
zıddiyet.
vesile-i hak:
hak ve doğruya se-
bep olan.
zaaf-ı kalb:
kalbin iman ve marifet
yönünden zayıflığı.
acz:
güçsüzlük, âcizlik.
adalet:
hak sahibine hakkını
vermek, düzen ve denge.
akıbet:
sonuç.
akıbetü’l-müttakîn:
sonu ehl-
i takvanın sonu gibi olanlar;
haramdan ve günahtan çeki-
nen, kendisini Allah’ın (c.c.)
sevmediği fena şeylerden ko-
ruyanlar gibi hayatını sona er-
direnler.
batıl:
boş, hurafe, gerçeğe uy-
mayan, doğru ve haklı olma-
yan; dinde yeri olmayan, dinî
hükümlere zıt.
bilkuvve:
potansiyel güç ola-
rak.
bilvasıta:
vasıtalı, dolaylı ola-
rak.
bizzat:
kendisi.
darbe:
yumruk, öldürücü vu-
ruş.
desatir-i içtimaiye:
toplum ve
hayatla ilgili prensipler.
düstur:
prensip, kural, kanun.
esası:
temel prensip.
galebe:
üstün gelme, baskın.
galip:
üstün gelme.
gurur:
boş şeylerle övünme,
böbürlenme.
hak:
doğru, gerçek, hakikat;
doğruluk.
halis:
hiçbir şey katılmamış,
Eski said dönEmi EsErlEri
| 709 |
l
emaaT
1.
Hak yücedir. (Bu ifade, Buharî’de yer alan bir hadiste “İslâm yücedir. Ondan yüce hiçbir şey
yoktur” (Buharî, Cenaiz: 79.) şeklinde yer alır.)