Bu âlem-i İslâm’ın âlem-i küfre karşı en ileri karakol, şu
dârülfünun idi. lâkayt ve gafletlikle hasm-ı tabiat-yılan,
gediği açtı cephenin arkasında, dinsizlik hücum etti, mil-
let epey sarsıldı. en ileri karakol, İslâmiyet ruhuyla te-
nevvür etmiş cinan,
en mütesallip olmalı, en müteyakkız olmalı; yahut o dar
olmamalı, İslâm’ı aldatmamalı. İmanın yeri kalbdir; di-
mağ ise oluyor ma’kes-i nur-i iman.
Bazen da mücahittir, bazen süpürgecidir. dimağda ves-
veseler, hem pek çok ihtimaller kalb içine girmese, sar-
sılmaz iman, vicdan.
Yoksa bazıların zannınca iman dimağda olsa, ruh-i iman
olan hakkalyakine ihtimalât-ı kesîre olur birer hasm-ı
bîaman.
kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i
iman. Bir hiss-i sadis, tarik-ı iman. Fikir ile dimağ, bek-
çi-yi iman.
• • •
Talim-i Nazariyattan Ziyade Tezkir-i Müsellemata İhtiyaç Var
zaruriyat-ı dinî, müsellemat-ı şer’î, kulûblarda hâsıldır, ih-
tar ile huzuru, tezkir ile şuuru.
Matlûp da hâsıl olur. İbare-i Arabî
(HaşİYe)
daha ulvî ediyor
tezkiri, hem ihtarı.
yönü.
kulûb:
kalbler.
lâkayt:
ilgisiz, duyarsız.
mahall-i iman:
imanın bulunduğu
yer.
makes-i nur-i iman:
iman nuru-
nun yansıdığı yer.
matlûp:
istenilen.
millet:
aynı dine ve dile mensup
topluluk.
mukabele:
karşılık.
mücahit:
cihad eden, mücahede
eden.
müsellemat-ı şer’î:
doğruluğu is-
pat edilen, şüphe edilmeyen dinin
temel kuralları.
mütesallip:
dayanıklı, sağlamlaştı-
rılmış.
müteyakkız:
uyanık.
ruh:
öz.
ruh-i iman:
imanın ruhu, imanın
hakikati.
şuur:
idrak, düşünce, bilinç.
talim-i nazariyat:
teorik bilgileri
öğrenme.
tarik-i iman:
imanın yolu.
tenevvür:
aydınlanma, nurlanma.
tezkir:
anma, hatırlama, hatırlat-
ma.
tezkir-i müsellemat:
kesinliği her-
kesçe kabul edilen gerçekleri ha-
tırlatma.
ulvî:
yüce.
vesvese:
kuruntu, şüphe.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
zan:
araştırmaya dayanmayan
tahminî bilgi.
zaruriyat-ı dinî:
dince yapılması
zorunlu olan ve hükmü açık olan
emirler.
ziyade:
çok fazla.
âlem-i islâm:
Müslümanların
yaşadığı coğrafya, İslâm dün-
yası.
âlem-i küfür:
küfür, inkârcılar
dünyası.
bazen:
ara sıra.
bazen:
ara sıra.
bekçi-i iman:
imanın koruyu-
cusu.
cephe:
savaşmak için karşıya
geçip yer açma.
cinan:
kalbler, canlar.
dar:
dünya, diyar.
dârülfünun:
üniversite.
delil-i iman:
imanın delili.
dimağ:
beyin, akıl ve şuur.
fikir:
düşünce.
gaflet:
ihmal.
hâdise:
olay.
hads:
sezgi.
hakkalyakin:
hakikatine ere-
rek, yaşayarak görme.
hâsıl:
meydana gelme.
hasm-ı bîaman:
insafsız düş-
man.
hasm-ı tabiatyılan:
yılan tabi-
atındaki düşman.
haşiye:
dipnot.
hiss-i sadis:
altıncı his.
huzur:
insanın kendini Allah’ın
huzurunda bilmesi ve hisset-
mesi.
hücum:
saldırı.
ibare-i arabî:
Arabca ifade,
metin.
ihtar:
hatırlatma.
ihtimal:
olabilirlik.
ihtimalât-ı kesîr:
pek çok ihti-
maller.
ilham:
Allah’ın kalblere gizli
hatırlatması.
iman:
inanç.
islâm’ı:
Müslümanlar.
islâmiyet:
İslâm dini.
kalb:
insanın manevî, ruhanî
HaşİYe:
on sene sonra gelen bir hâdiseyi hissetmiş, mukabeleye çalışmış.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 719 |
l
emaaT