Muvazene edilse, değil dânâ-i bîmüdanî, hatta en âmî
adam, göz kulakla diyecek: “Bunlar ise insanî; şu ise
asumanî.”
Hem de hükmedecek: Şu bunlara benzemez, rütbesinde
olamaz. öyle ise, ya umumdan aşağı; bu ise, bilbeda-
he, malûm olmuş butlanı.
öyle ise umumun fevkindedir. Mazmunları o kadar za-
manda, kapı açık, beşere vakfedilmiş; kendine davet
etmiş ervahıyla ezhanı.
Beşer onda tasarruf, kendine de mal etmiş. onun maz-
munları ile yine kur’ân’a karşı çıkmamış; hiçbir zaman
çıkamaz, geçti zaman-ı imtihanı.
sair kitaplara benzemez, onlara ma’kis olmaz. zira, yir-
mi sene zarfında, müneccemen, hacetlere nispeten nü-
zulü, müteferrik, mütekatı, bir hikmet-i rabbanî.
esbab-ı nüzulü muhtelif, mütebayin. Bir maddede es’ile
mütekerrir, mütefavit. Hâdisat-ı ahkâmı müteaddit,
mütegayyir. Muhtelif, mütefarık nüzulünün ezmanı.
Hâlât-ı telâkkisi mütenevvi, mütehalif. Aksam-ı muhata-
bı müteaddit, mütebaid. gayat-ı irşadında mütederriç,
mütefavit. Şu esaslara müstenit binaî, hem beyanî,
Cevabî, hem hitabî. Bununla da beraber, selâset ve selâ-
met, tenasüp ve tesanüt, kemalini göstermiş. İşte onun
şahidi: Fenn-i beyan-ı maani.
lik.
ma’kis:
karşılaştırılan, kıyas edilen.
malûm:
bilinen.
mazmun:
kavram.
muhtelif:
çeşitli, değişik; pek çok.
muvazene:
kıyaslayarak değer-
lendirme, ölçü, karşılaştırma.
müneccemen:
parça, parça, bö-
lüm, bölüm.
müstenit:
dayanma, kendisine
dayanılan.
müteaddit:
birden fazla.
mütebaid:
birbirinden uzak.
mütebayin:
birbirinden farklı.
mütederriç:
derece derece, basa-
mak basamak.
mütefarık:
farklı farklı.
mütefavit:
çeşitli, farklı farklı.
müteferrik:
ayrı ayrı, kısım, kısım.
mütegayyir:
değişken, değişen.
mütehalif:
birbirine zıt.
mütekatı:
kesik kesik.
mütekerrir:
tekrar eden.
mütenevvi:
çeşit çeşit.
nispeten:
kıyasla, oranla.
nüzul:
Kur’ân’ın Peygamberimize
vahiy yolu ile indirilmesi.
rütbe:
mertebe, makam.
sair:
diğer.
selâmet:
dert ve sıkıntılardan kur-
tuluş, esenlik.
selâset:
kolay, açık ve ahenkli ifa-
de.
şahit:
bir olayı gösteren ve delil
olan şey.
tasarruf:
sarf etme, kullanma.
tenasüp:
uyum, uygunluk.
tesanüt:
dayanışma.
umum:
genel, bütün.
vakfetmek:
insanların genel istifa-
desine sunmak, bağışlamak.
zaman-ı imtihan:
imtihan, dene-
me zamanı.
zarfında:
süresinde, içerisinde.
zira:
çünkü.
aksam-ı muhatap:
muhatap-
ların kısım kısım oluşu.
âmî:
basit, sıradan.
asumanî:
semavî.
beşer:
insan, insanlık, âde-
moğlu.
beyanî:
ifade ile ilgili, ifade
mahiyetinde.
bilbedahe:
apaçık, aşikâr.
binaî:
bina etme, kurma, yap-
ma ile ilgili, o mahiyette.
butlan:
yanlışlık, batıl oluş.
cevabî:
cevapla ilgili, cevap
mahiyetinde.
dânâ-i bîmüdanî:
ilmi çok
yüksek bilgin, eşsiz âlim.
davet:
bir şeyi kabul etmeye
çağırma.
ervah:
ruhlar.
es’ile:
sualler, sorular.
esas:
temel prensip.
esbab-ı nüzul:
ayetlerin indi-
rilme sebepleri.
ezhan:
zihinler.
ezman:
zamanlar.
fenn-i beyan-ı maani:
edebi-
yat ilimlerinden belâgat ve be-
yan ile ilgili bilimler.
fevkinde:
üstünde, üzerinde.
gayat-ı irşat:
doğru yolu gös-
terme amaçları ve hedefleri.
hacet:
ihtiyaç duyulan şey.
hâdisat-ı ahkâm:
hükümlere,
kanun ve kurallara zemin
oluşturan olaylar.
hâlât-ı telâkki:
anlayış farklılı-
ğındaki psikolojik etkenler.
hikmet-i rabbanî:
Cenab-ı
Hakkın hikmeti, gayesi.
hitabî:
hitap etme, “seslenme”
ile ilgili; hitap mahiyetinde.
hükmetme:
hüküm verme,
karar ve fetva verme.
insanî:
insana ait.
kemal:
olgunluk, mükemmel-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 725 |
l
emaaT