kur’ân’da bir hassa var; başka kelâmda yoktur. Bir kelâ-
mı işitsen, asıl sahib-i kelâmı arkasında görürsün, ya
içinde bulursun. üslûp, âyine-i insanî.
ey sail-i misalî! sen ki icaz istedin; ben de işaret ettim.
eğer tafsil istersen, haddimin haricinde. sinek seyret-
mez asumanı.
zira o kırk enva-ı i’cazından yalnız bir tekini ki, cezalet-i
nazmıdır,
işaratü’l-i’caz’
da sıkışmadı tibyanı.
Yüz sahife tefsirim ona kâfi gelmedi. senin gibi, ruhanî
ilhamları, ziyade ben istiyorum, senden tafsil ile beya-
nı.
• • •
r
QGn
OÉn
gn
O p
QÉn
cGn
ƒn
g p
QÉn
H¢r
Sn
ƒn
g p
Ür
ôn
Z p
Ün
O n
C
G p
â°r
Sn
O r
õn
ªr
°Tn
’ho
G
(1)
r
QGn
OGn
óo
g p
QÉn
cÉn
Ø p
°T p
QÉn
HÉn
« p
°V p
¿B
Gr
ôo
b p
ä s
óo
e r
ón
H n
C
G p
Ün
O n
C
G p
Ü r C
Gn
O
Ulaşmaz Dest-i Edeb-i Garb-ı Hevesbar-ı Hevakâr-ı
Dehadar
De’b-i Edeb-i Ebed-Müddet-i Kur’ân-ı Ziyabar-ı
Şifakâr-ı Hüdadar
(2)
kâmilîn insanların zevk-i maâlîsini hoşnut eden bir hâlet,
çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoş gel-
mez,
onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî,
sefih, hem nefsî ve şehevanî, içinde tam beslenmiş;
zevk-i ruhîyi bilmez.
asıl:
esas, temel.
asuman:
gök yüzü.
âyine-i insanî:
insanı tanıtan, de-
ğerini gösteren ayna.
beyan:
ifade etme.
binaen:
buna dayanarak.
cezalet-i nazım:
ifadenin akıcılığı
ve çekiciliği.
eğer:
şayet.
enva-ı icaz:
mu’cize çeşitleri.
had:
yetki.
hâlet:
durum, hâl.
hariç:
dış.
hassa:
özellik.
heves:
istek, arzu; gelip geçici is-
tek; nefsin hoşuna giden istek; akıl
dışı istek; zevk, eğlence.
hikmet:
ince sır, püf noktası.
hoş:
güzel.
icaz:
vecizlik, kısalık; az, öz, anlam-
lı ifade.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insanın
kalbine veya zihnine indirilen ma-
na; içe, öngüle doğan şey, kalbe,
gönüle gelme.
işaratü’l-i’caz:
Bediüzzaman’ın
Doğu cephesinde yazdığı tefsir.
işaret:
delil, emare.
kâfi:
yeterli.
kâmil:
olgun, fazilet ve kemal sa-
hibi.
kelâm:
kelime, cümle, söz.
nefsî:
nefisle ilgili, nefse ait.
ruhanî ilham:
ruha gelen,
onunla ilgili sezgiler, doğuşlar.
sahib-i kelâm:
sözün sahibi.
sahife:
yazı yazılan kâğıt, say-
fa.
sail-i misalî:
rüyada soru so-
ran temsilci.
sefih:
akılsız, malın ve paranın
değerini bilmeyen; müsrif, re-
zil, aşağılık, bayağı.
şehevanî:
şehvetle alâkalı.
tabiat:
huy, karekter.
tafsil:
teferruatlı, geniş izah.
tefsir:
Kur’ân’ın yorumlu açık-
laması.
tibyan:
açıklama, açıkça anlat-
ma.
üslûp:
ifade şekli, anlatım biçi-
mi.
zevk-i maâlî:
yüce değerli
zevkler.
zevk-i ruhî:
ruha ait yüksek
zevkler.
zevk-i süflî:
aşağılık zevkler.
zira:
çünkü.
ziyade:
çok fazla.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 726 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Heva düşkünü, hevese dayalı dehasının bir ürünü olan Batı edebiyatının eli, ebede kadar
devam eden Kur’ân’ın nur ve şifa saçan, hidayet bahşeden ahlâkına ulaşamaz.
2.
Osmanlıca metnin okunuşu olup anlamı 1 numaralır dipnottadır.