Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler de-
nilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolle-
ri pek azîmdir; Hem müthiştir tesiri.
(HaşİYe)
Memnu heykel, suretler, ya zulm-i mütehaccir, ya müte-
cessit riya, ya müncemit hevestir, ya tılsımdır; celp
eder, o habis ervahları.
• • •
Meylüttevsi Mütedeyyinde Olmazsa Meylüttahriptir
(1)
ey tevsie taraftar, içtihadı isteyen! Cesedine dikkat et: se-
beb-i tevsi dâhilse büyülttürür cismini, hariçse eğer yır-
tar cildini.
öyle İslâmiyet’te olan müsellematı, eder bir zat imtisal ta-
mamen. İtaati bihakkın daire-i dâhiline girmiş olan o
zatta meylüttevsi meylüttekemmül olur.
lâkaytlıkla hariçte sayılmış olan zatta, tevsi meyli mey-
lüttahriptir. Fırtına, zelzeleli olmuş böyle zaman,
İçtihat kapısını açmak değil, belki pencerelerin dahi
kapanması lâzımdır. lâubalî lâkaytlar, her bir zaman
ve an,
okşanılmaz ruhsatla. Şiddeten ikaz olur terhip ve azî-
metle.
• • •
ehli olan bilginlerin kesin olmayan
hususlarda Kur’ân ve sünnetten
çıkardıkları hükümler.
ikaz:
uyarma.
imtisal:
tabi olma, emre uyma.
itaat:
emre ve arzuya uyma.
karı:
hanım, kadın.
lâkayt:
ilgisiz, duyarsız.
lâkaytlık:
ilgisizlik, neme lâzımcı-
lık.
lâubalî:
alâkasız, kayıtsız, hürmet-
siz, dikkatsiz.
lâzım:
gerek, gerekli.
medenî:
şehirli, kültürlü ve bilgili
olan, kibar ve nazik olması gere-
ken.
memnu:
dinin yasakladığı.
meyil:
arzu, istek, yöneliş.
meylüttahrip:
bozma, yıkma iste-
ği, tahrip arzusu.
meylüttekemmül:
mükemmel-
leşme meyli, olgunlaşma meyli.
meylüttevsi:
genişletme meyli,
bollaştırma isteği.
meyyit:
ölü.
meyyite:
ölmüş kadın; ceset.
müncemit:
donmuş.
müsellemat:
doğruluğu ve kesin-
liği herkesçe kabul edilen esaslar.
müştehiyâne:
iştahlı bir şekilde.
mütebessim:
gülen.
mütecessit:
cesetleşmiş, ceset hâ-
line gelmiş.
mütedeyyin:
dindar.
müthiş:
dehşete düşüren.
nazar:
bakış, bakma.
nefis:
insanı her türlü kötülüğe yö-
nelten duygu.
nefsanî nazar:
bedenî arzu ve is-
teklere yönelik bakış.
rahmet:
acımak, merhamet et-
mek, şefkat göstermek.
riya:
gösteriş.
ruh:
can, hayat ve duygulardan
oluşan canlının manevî yönü.
ruhsat:
izin, müsaade; genişlik, ko-
laylık.
sebeb-i tevsi:
genişleme, yayılma
sebebi.
suret:
resim.
tasvir:
ölü, ölmüş.
terhip:
korkutma.
tesir:
etki; eser bırakma, etkileme.
tevsi:
genişletme, yaygınlaştırma.
tılsım:
insanı büyü gibi etkileyen
şey, büyü.
zat:
kişi.
zulm-i mütehaccir:
taşlaşmış taş
hâline gelmiş zulüm.
azîm:
büyük.
azimet:
takva ile şiddetli ka-
çınma, günahlardan uzak dur-
ma.
belki:
kesinlikle, bilakis.
beşer:
insan, insanlık, âde-
moğlu.
bîçare:
çaresiz.
bihakkın:
hakkıyla.
celp:
çekme.
cenaze:
ölü beden.
ceset:
beden.
dâhil:
içeri.
daire-i dâhil:
iç alan.
dehşet:
ürküntü, korkunçluk.
eğer:
şayet.
habis ervahlar:
kötülükten ve
günahlardan hoşlanan ruhlar.
hariç:
dışarıda, dışarı.
haşiye:
dipnot.
heves:
istek, arzu; gelip geçici
istek; nefsin hoşuna giden is-
tek; akıl dışı istek; zevk, eğlen-
ce.
heykel:
taştan yapılan insan
figürü.
hırçınlaşmış:
dünyaya, mala
ve maddeye saldıran.
hissiyat-ı ulviye:
yüce duygu-
lar, ulvî hisler.
içtihat:
dinî ilimlerde ihtisas
ehli olan bilginlerin kesin ol-
mayan hususlarda Kur’ân ve
sünnetten çıkardıkları hüküm-
ler.
içtihat:
dinî ilimlerde ihtisas
HaşİYe:
nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle
alçaklığını gösterir; öyle de, rahmete muhtaç bir bîçare meyyitenin güzel
tasvirine müştehiyâne bir nazarla bakmak, ruhun hissiyat-ı ulviyesini sön-
dürür.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 711 |
l
emaaT
1.
Bu mebhas R/H 1337/1339 tarihli ilk baskı Lemaat’tan alınmıştır.