İhtiyaçtır terakkinin üstadı, sıkıntıdır muallime-i sefahat.
demek sefahatin menbaı sıkıntı olmuş; sıkıntıysa, ma-
deni yeisle suizandır.
dalâlet fikrîdir, zulümat kalbîdir, israf cesedîdir.
• • •
Kadınlar Yuvalarından Çıkıp Beşeri Yoldan Çıkarmış;
Yuvalarına Dönmeli
o
A=É°n
ùu
ædG n
?s
Ln
ôn
J Gk
Pp
G p
äÉ°n
Sn
ƒn
¡r
dÉp
H o
A=É n
¡n
Ø° t
ùdG o
?Én
Lu
ôdG n
å s
`fn
Én
J Gn
Pp
G
(HaşİYe) (1)
p
äÉn
MÉn
bn
ƒr
dÉp
H o
äGn
õp
°TÉ s
ædG
mim
’siz medeniyet, taife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş,
hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer-i İslâm
onları
rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada,
rahatları evlerde, hayat-ı ailede. temizlik, ziynetleri;
Haşmetleri hüsn-i hulk, lütuf ve cemali ismet, hüsn-i ke-
mali şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbab-ı ifsat, de-
mir sebat kararı
lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvanda, güzel karı gir-
dikçe, riya ile rekabet, haset ile hodgâmlık depretir da-
marları.
Yatmış olan hevesat birden bire uyanır. taife-i nisâda ser-
bestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin
birden bire inkişafı.
HaşİYe:
tesettür Risalesi’
nin esasıdır. Yirmi sene sonra müellifinin mah-
kûmiyetine sebep gösteren bir mahkeme, kendini ve hâkimlerini ebedî
mahkûm ve mahcup eylemiş.
ahlâk-ı seyyie:
kötü ahlâk, huylar.
beşer:
insan, insanlık, âdemoğlu.
cemal:
güzellik.
ceset:
beden.
dalâlet:
iman ve İslâmdan ayrıl-
ma; doğru ve hak yoldan ayrılma.
davet:
bir şeyi kabul etmeye ça-
ğırma.
depretmek:
oynatmak, kımıldat-
mak.
ebedî:
sonsuz.
esas:
asıl, ana.
esbab-ı ifsat:
bozguncu komiteler,
sebepler.
evlât:
çocuklar.
fikir:
düşünce.
hâkim:
yargıç.
haset:
kıskançlık, başkalarının kö-
tülüğünü, değerli şeylerinin elin-
den çıkmasını isteme.
haşiye:
dipnot.
haşmet:
görkemlilik, ihtişam.
hayat-ı aile:
aile hayatı.
hevesat:
nefsin kötü arzuları.
hodgâmlık:
kendini düşünmek.
hürmet:
saygı.
hüsn-i kemal:
mükemmelliğin, ol-
gunluğun güzelliği.; fazilet, erdem
ve mükemmellikteki güzellik.
hüsnühulk:
güzel ahlâk.
inkişaf:
gelişme.
ismet:
günahsızlık, her çeşit ku-
surdan uzaklık.
israf:
savurganlık.
kalbî:
kalbe ait.
karı:
hanım, kadın.
lâzım:
gerek, gerekli.
lütuf:
iyilik.
maden:
kaynak.
mahcup eylemek:
cezaya çarptır-
mak, hüküm giydirmek
mahkûmiyet:
hüküm giyme; ce-
zaya çarptırılma.
mebzul meta:
ortalık malı.
meclis-i ihvan:
kardeşler meclisi.
menba:
kaynak, herhangi bir şe-
yin çıktığı yer.
mim’siz medeniyet:
deniyet; al-
çaklık.
muallime-i sefahat:
zevk ve eğ-
lence öğretmeni.
müellif:
yazar.
rahmeten:
rahmet olarak, acıma
ve koruma ile.
rekabet:
birbirini rakip görme, ya-
rışma.
riya:
gösteriş.
sebat:
kararlılık.
sebep:
neden.
sefahat:
ahlâksızlık, eğlence
ve zevke düşkünlük.
serbestî inkişaf:
tesettürsüz-
lüğün yaygınlaşması, giyimde
açık saçıklığın artması.
sıkıntı:
ne yapacağını bileme-
me, şaşkınlık.
suizan:
kötü ve karamsar dü-
şünce, başkaları hakkında art
niyetli olma.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet; karşılıksız yardım
etme.
şer-i islâm:
İslâm şeriatı, ku-
ralları; İslâm dini.
taife-i nisâ:
kadınlar, kadınlar
topluluğu.
terakki:
gelişme, ilerleme.
tesettür:
örtünme; kadınların
ve erkeklerin başkasına, na-
mahremlere vücutlarının ha-
ram kısımlarını göstermeye-
cek şekilde örtünmesi.
üstat:
öğretici.
yeis:
gelecek konusunda
ümitsiz ve karamsar düşün-
me.
ziynet:
süs.
zulümat:
kalbin bulanıklığı,
karanlık, kalb katılığı.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 710 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Sefih erkekler, hevesatlarıyla kadınlaşırsa, o zaman açık saçık kadınlar da hayâsızlıkla er-
kekleşirler. (Üstadımızın Arapça bir ifadesi)