denizin geniş yüzü gösterdiği güneşi, çîn-i cebînindeki
katreler de gösterir; şebnemin küçük gözü yıldız gibi
parlıyor.
Aynı hüviyet tutar; şebnem, deniz bir olur güneşin naza-
rında. kudreti tanzir eder. Şebnemin göz bebeği küçü-
cük bir güneştir.
Şu muhteşem güneş de küçücük bir şebnemdir. göz be-
beği bir nurdur ki, şems-i kudretten gelir, o kudrete ka-
mer olur.
semavat bir denizdir; bir nefes-i rahman’la çîn-i cebînle-
rinde mevcelenip, katarat ki, nücum ve hem şümustur.
kudret tecelli etti, o katarata serpti nuranî lemaatı. Her
bir güneş bir katre, her bir yıldız bir şebnem, her bir
lem’a timsaldir.
o feyz-i tecellinin küçücük bir aksidir o katremisal güneş.
eder mücellâ camını o lümey’a zücace dürrimisal par-
lıyor.
o şebnemmisal yıldız, lâtif gözü içinde bir yer yapar
lem’aya; lem’a olur bir siraç, gözü olur zücace, misba-
hı nurlanıyor.
• • •
akis:
yansıma.
çîn-i cebîn:
alın buruşukluğu,
alnı kırışık.
dürrimisal:
inci gibi.
feyz-i tecelli:
rahmetin nurlu
yansımasından doğan feyiz ve
bereket.
hüviyet:
özellik, bir şeyin ma-
hiyeti, kimlik.
kamer:
ay.
katarat:
su ve yağmur damla-
ları.
katre:
su damlası.
katremisal:
damla gibi.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lâtif:
güzel, hoş.
lem’a:
parıltı.
lemaat:
Kur’ân’ın nurundan
pırıltılar.
lümey’a:
parıltıcık.
mevcelenme:
dalgalanma.
misbah:
lâmba.
muhteşem:
hayranlık uyandı-
ran, haşmetli.
mücellâ cam:
parlak cam.
nazar:
bakış.
nefes-i rahman:
rahmet sahi-
bi yüce Allah’ın rahmet esinti-
si.
nur:
ışık, aydınlık.
nuranî:
nurlu, parlak, münev-
ver.
nurlanma:
aydınlanma.
nücum:
yıldızlar.
semavat:
semalar, gökler.
siraç:
kandil.
şebnem:
çiğ.
şebnemmisal:
çiğ gibi.
şems-i kudret:
kudret güneşi.
şümus:
güneşler.
tanzir:
benzetme.
tecelli:
isim ve sıfatların eşya-
da görünmesi, yansıması.
timsal:
yansıyan görüntü.
zücace:
cam.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 692 |
Eski said dönEmi EsErlEri