Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 349

Bazen insanın gururu ve nefisperestliği, şuursuz ola-
rak ehl-i imana karşı haksız olarak adavet eder, kendini
haklı zanneder. Hâlbuki, bu husumet ve adavetle, ehl-i
imana karşı muhabbete vesile olan iman, İslâmiyet ve
cinsiyet gibi kuvvetli esbabı istihfaf etmektir, kıymetleri-
ni tenzil etmektir. Adavetin ehemmiyetsiz esbaplarını,
muhabbetin dağ gibi sebeplerine tercih etmek gibi bir di-
vaneliktir.
Madem muhabbet adavete zıttır, ziya ve zulmet gibi
hakikî içtima edemezler; hangisinin esbabı galip ise, o
hakikatiyle kalbde bulunacak, onun zıddı hakikatiyle ol-
mayacak. Meselâ, muhabbet hakikatiyle bulunsa, o vakit
adavet şefkate, acımaya inkılâp eder. ehl-i imana karşı
vaziyet budur. Yahut, adavet hakikatiyle kalbde bulunsa,
o vakit muhabbet mümâşat ve karışmamak, zahiren dost
olmak suretine döner. Bu ise, tecavüz etmeyen ehl-i da-
lâlete karşı olabilir. evet, muhabbetin sebepleri, iman, İs-
lâmiyet, cinsiyet ve insaniyet gibi nuranî, kuvvetli zincir-
ler ve manevî kal’alardır. Adavetin sebepleri, ehl-i imana
karşı küçük taşlar gibi bir kısım hususî sebeplerdir. öyle
ise, bir Müslümana hakikî adavet eden, o dağ gibi mu-
habbet esbaplarını istihfaf etmek hükmünde büyük bir
hatadır.
elhâsıl
: Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyet’in mi-
zacıdır, rabıtasıdır. ehl-i adavet, mizacı bozulmuş bir ço-
cuğa benziyor ki: Ağlamak ister; bir şey arıyor ki, onun-
la ağlasın. sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz bir şey, ağ-
lamasına bahane olur. Hem, insafsız, bedbin bir adama
kal’a:
kale, büyük hisar.
kıymet:
de€er.
madem:
de€il mi ki.
manevî:
manaya ait; fikrî, hissî.
meselâ:
misal olarak.
mizaç:
huy, tabiat, karekter, özel-
lik.
muhabbet:
sevgi, sevme, dostluk.
mümâşat:
bir kimsenin fikrine ka-
tılıyormuş gibi görünme.
nefisperestlik:
nefse düşkünlük.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak; müba-
rek.
rabıta:
ba€.
suret:
şekil.
şefkat:
içten ve karşılıksız merha-
met.
şuur:
anlayış, idrak.
tecavüz:
saldırma, sataşma.
tenzil etmek:
indirmek.
tercih etmek:
bir şeyi di€erlerin-
den üstün tutmak, seçmek.
uhuvvet:
kardeşlik.
vakit:
zaman, durumda.
vaziyet:
durum.
vesile:
bahane, sebep.
zahiren:
görünüşte.
zannetmek:
sanmak.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlaklık.
zulmet:
karanlık.
adavet:
düşmanlık, husumet;
hınç, kin.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
bedbin:
fena gören, kötümser.
cinsiyet:
cins ba€ı.
da€:
yanık yarası; insan veya
hayvan vücuduna kızgın de-
mirle vurulan damga.
divanelik:
delilik.
ehemmiyetsiz:
önemsiz, de-
€ersiz.
ehl-i adavet:
düşmanlık bes-
leyen, kindar olanlar.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri, ‹slâm dinini kabul
edenler.
elhâsıl:
sözün kısası.
esbap:
nedenler, sebepler, va-
sıtalar.
galip:
üstün.
hakikatiyle:
gerçek olarak,
asıl şekliyle.
hakikî:
gerçek.
hâlbuki:
oysa ki.
husumet:
düşmanlık derece-
sine varan hasımlık.
hususî:
özel.
hükmünde:
gibi; yerinde.
içtima etmek:
bir araya gel-
mek.
inkılâp etmek:
bir hâlden di-
€er hâle geçmek; de€işim, dö-
nüşüm.
insafsız:
merhamet ve adalet
ölçüsüyle hareket etmeyen.
insaniyet:
insana yakışır dav-
ranış.
istihfaf etmek:
küçümsemek,
hafife almak, önemsememek,
alay etmek.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 349 |
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
1...,339,340,341,342,343,344,345,346,347,348 350,351,352,353,354,355,356,357,358,359,...790
Powered by FlippingBook