taife olan Arap ve türk gibi hâkim üstatlarla bağlıdır.
sizin tembelliğiniz ve füturunuzla, biz bîçare küçük kar-
daşlarınız olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz. Hususan
ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gele-
cek olan Araplar! en evvel bu sözlerle sizin ile konuşu-
yorum. Çünkü, bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstatla-
rımız ve imamlarımız ve İslâmiyet’in mücahitleri sizlerdi-
niz. sonra muazzam türk milleti o kudsî vazifenize tam
yardım ettiler. onun için, tembellikle günahınız büyük-
tür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir.
Hususan kırk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i
Müttefika-i Amerika gibi, en ulvî bir vaziyete girmeye,
esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi kü-
re-i arzın nısfında, belki ekserîsinde tesisine muvaffak ol-
manızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıya-
met çabuk kopmazsa, inşaallah nesl-i âti görecek.
sakın kardaşlarım! tevehhüm, tahayyül etmeyiniz ki,
ben bu sözlerimle siyasetle iştigal için himmetinizi tahrik
ediyorum. Hâşâ! Hakikat-i İslâmiye bütün siyasatın fev-
kindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir
siyasetin haddi değil ki, İslâmiyet’i kendine alet etsin.
Ben, kusurlu fehmimle, şu zamanda hey’et-i içtimai-
ye-i İslâmiyeyi çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika
suretinde tasavvur ediyorum. o fabrikanın bir çarkı geri
kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz et-
se, makinenin mihanikiyeti bozulur. onun için, ittihad-ı
İslâm’ın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin şahsî
kusurlarına bakmamak gerektir.
alet:
vasıta.
belki:
şüphesiz.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
Cemahir-i müttefika-i amerika:
Amerika Birleşik Devletleri.
çark:
mekanizma, sistem.
ekseri:
ço€unlu€u.
esaret:
esirlik, hüküm altında bu-
lunma.
evvel:
önce.
fehim:
anlayış, kavrayış, idrak.
fevkinde:
üzerinde, üstünde.
fütur:
gevşeklik, bezginlik.
gayet:
son derece.
gerek:
lâzım.
had:
yetki.
hakikat-i ‹slâmiye:
‹slâmiyetin
gerçekleri.
hâkim:
hükmeden, hüküm sahibi
olan.
hâkimiyet-i ‹slâmiye:
‹slâm’ın hâ-
kimli€i, ‹slâmiyetin hâkim olması.
hasene:
iyilik, hayır.
hâşâ:
asla, kat’iyen.
hey’et-i içtimaiye-i ‹slâmiye:
‹s-
lâm’ın sosyal hayat yapısı, ‹slâmî
topluluk ve gruplar.
himmet:
yardım, ihsan, lütuf; gay-
ret gösterme.
hizmetkâr:
hizmet eden.
hususan:
özellikle, bilhassa.
imam:
önder, rehber.
inşaallah:
Allah isterse, Allah diler-
se, Allah’ın emri olursa, Allah izin
verirse manalarında kullanılan bir
dua.
intibaha gelmek:
gafletten sıyrıl-
mak, uyanmak.
iştigal:
bir iş üzerinde çalışma,
meşgul olma.
ittihad-ı ‹slâm:
‹slâm birli€i, panis-
lâmizm.
kıyamet:
dünyanın sonu, varlı€ın
bozulup da€ılması, kâinatın ölü-
mü.
kudsî:
mukaddes, kutlu.
kuvvetle:
tam ümitli olarak.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
mihanikiyet:
ahenkli hareket
kabiliyeti.
muazzam:
ulu, muhteşem;
saygıde€er.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
mücahit:
Allah rızası için ve Al-
lah’ın adını yüceltmek gaye-
siyle savaşan.
nesl-i ati:
gelecek nesil.
nısf:
yarım yarı.
rahmet-i ‹lâhiye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, ‹lâhî rahmet.
siyaset:
devlet idaresi ile ilgili
esaslar; politika.
suretinde:
şeklinde, duru-
munda.
şahsî:
şahsa ait, kişisel.
tahayyül etmek:
hayale getir-
mek, tasavvur etmek.
tahrik etmek:
harekete geçir-
mek, tesir etmek; teşvik et-
mek.
taife:
kavim, kabile; millet.
tam:
eksiksiz, noksansız, bü-
tün, tam; kusursuz, mükem-
mel; kesin zaman ifade eder.
tasavvur etmek:
bir şeyi zi-
hinde şekillendirmek, tasarla-
mak.
tecavüz etmek:
kendi için be-
lirlenen sınırı aşmak.
tesis:
kurma, meydana getir-
me.
tevehhüm etmek:
ümitsizli€e
ve korkuya düşmek.
ulvî:
yüksek, yüce.
üstat:
maharetli, tecrübeli, us-
ta; ö€retici; muallim, ö€ret-
men.
vazife:
dinî mükellefiyet, yü-
kümlülük.
vaziyet:
durum.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 352 |
Eski said dönEmi EsErlEri