Bunu da teessüf ve teellüm ile size beyan ediyorum ki:
ecnebilerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve va-
tanlarımızı bizden aldılar, onun bedeline çürük bir fiyat
verdiler; aynen öyle de, yüksek ahlâkımızı ve yüksek ah-
lâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden seci-
yelerimizin bir kısmını da bizden aldılar, terakkilerine
medar ettiler. Ve onun fiyatı olarak bize verdikleri, sefi-
hâne ahlâk-ı seyyieleridir, sefihâne seciyeleridir.
Meselâ, bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam
onlarda der: “eğer ben ölsem, milletim sağ olsun. Çün-
kü, milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var.” İşte bu ke-
limeyi bizden almışlar. Ve terakkiyatlarında en metin
esas da budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise din-i
haktan ve iman hakikatlerinden çıkar. o, bizim, ehl-i
imanın malıdır. Hâlbuki, ecnebilerden içimize giren pis
ve fena seciye itibarıyla, bir hodgâm adam bizde diyor:
“Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiç bir daha dünyaya
gelmesin. eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya iste-
diği gibi bozulsun.” İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten
çıkıyor, ahireti bilmemekten geliyor; hariçten içimize gir-
miş, zehirliyor.
Hem, o ecnebilerin, bizden aldıkları fikr-i milliyetle, bir
ferdi bir millet gibi kıymet alıyor. Çünkü, bir adamın kıy-
meti, himmeti nispetindedir. kimin himmeti milleti ise,
o kimse tek başıyla küçük bir millettir.
Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebilerin zararlı
seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliye-
timizle beraber herkes “nefsî, nefsî” demekle ve milletin
azzez.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
meselâ:
misal olarak.
metin:
sa€lam.
nefsî nefsî:
nefsim, nefsim, benim
nefsimmanasında, sadece kendini
düşünmeyi ve kendisi ile alâkalı
olmayı ifade eden bir söz.
nispet:
kıyaslama, kıyas, ölçü,
oran.
saadet:
mutluluk.
seciye:
huy, tabiat, karakter.
seciye-i milliye:
her milletin ken-
dine has olan huy ve karakteri.
sefihâne:
rezilce, adî, aşa€ılık, ba-
ya€ı.
teellüm:
elemlenme, tasalanma.
teessüf:
üzülme, eseflenme.
temas etmek:
ilişkili olmak.
terakki:
ilim, sanat ve teknik gibi
alanlarda ilerleme, daha yüksek
bir seviyeye gelme.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelişme-
ler.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
ahlâk:
iyi ve güzel davranışla-
rın bütünü.
ahmakane:
ahmakçasına, ah-
mak olana yakışır şekilde, akıl-
sızca.
bedeline:
karşılık olarak, yeri-
ne.
beyan etmek:
anlatmak, açık
söylemek, bildirmek.
din-i hak:
hak din, ‹slâmiyet.
ecnebi:
yabancı; başka dinden
ve milletten olan.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri, ‹slâm dinini kabul
edenler.
esas:
asıl, temel.
fena:
kötü.
fert:
kişi, şahıs.
fikr-i milliyet:
milliyetçilik fik-
ri.
fiyat:
bedel.
hakikat:
gerçek, esas.
hâlbuki:
oysa ki.
hariçten:
dışarıdan, ‹slâmiyet
dışından.
hayat-ı bâkiye:
devamlı olan
hayat.
hayat-ı içtimaiye:
toplum ha-
yatı.
hırsızlamak:
çalmak, aşırmak.
himmet:
çalışma, çabalama,
gayret gösterme, emek sarf
etme.
hodgâm:
kendi keyfini düşü-
nen, bencil.
‹slâmî:
‹slâm'a ait; ‹slâm'a uy-
gun.
itibarıyla:
bakımından.
kıymet:
de€er; şeref, onur, iti-
bar.
kıymettar:
kıymetli, de€erli.
kudsî:
mukaddes, kutlu, mu-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 353 |
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe