Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 350

benzer ki; suizan mümkün oldukça, hüsnüzan etmez, bir
seyyie ile on haseneyi örter. Bu ise, seciye-i İslâmiye
olan insaf ve hüsnüzan bunu reddeder.
BEŞinCi kElimE:
Meşveret-i şer’iyeden aldığım ders
budur: Şu zamanda bir adamın bir günahı bir kalmıyor;
bazen büyür, sirayet eder, yüz olur. Bir tek hasene,
bazen bir kalmıyor, belki bazen binler dereceye terakki
ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:
Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrua, hakikî milliye-
timizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası,
ruhu ise İslâmiyet’tir. Ve Hilâfet-i osmaniye ve türk or-
dusunun o milliyete bayraktarlığı itibarıyla, o İslâmiyet
milliyetinin sadefi ve kal’ası hükmünde Arap ve türk ha-
kikî iki kardeş, o kal’a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar.
İşte bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm
bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi, İslâm
taifeleri de birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit ve
alâkadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten
yardım eder. güya, bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nura-
niye ile birbirine bağlıdır.
nasıl ki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese; o aşire-
tin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin
nazarında müttehem olur. güya her bir fert o cinayeti iş-
lemiş gibi, o düşman aşiret onlara düşman olur. o tek ci-
nayet, binler hükmüne geçer. eğer o aşiretin bir ferdi, o
aşiretin mahiyetine temas eden medar-ı iftihar bir iyilik
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebet-
li, ba€lı.
aşiret:
ço€unlukla bir soydan ge-
len insanlar, kabile, oymak.
bayraktar:
bayrak taşıyan, alem-
dar.
bazen:
zaman zaman.
cinayet:
adam öldürme, cana kıy-
ma, katl.
derece:
mertebe, kademe.
efrat:
fertler.
ehl-i ‹slâm:
‹slâm toplulu€u, Müs-
lümanlar.
esas:
asıl, temel.
fert:
birey, kişi, şahıs.
güya:
sanki.
hakikî:
gerçek.
hâkimiyet:
hâkim olma, hükmet-
me, hüküm altına alma.
hasene:
sevap, iyilik, güzellik.
Hilâfet-i Osmaniye:
Halifelik mü-
essesesinin Osmanlı devletinde ol-
ması.
hükmünde:
yerinde, de€erinde.
hükmüne:
yerine.
hürriyet-i şer’iye:
‹slâmiyetin öl-
çüleri ile belirlenen özgürlük.
hüsnüzan:
iyiye yorma, iyi bakış.
insaf:
merhamet ve adalet ölçüle-
riyle bakma.
itibarıyla:
yönüyle.
kal’a:
kale, büyük hisar.
kal’a-i kudsiye:
kutsal kale.
kudsî:
mukaddes, kutlu.
lüzum:
ihtiyaç, gereklik.
maddeten:
maddî olarak.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
hakikati.
manen:
duyguca, gönülce, yü-
rekçe, ruhça.
medar-ı iftihar:
övünç kayna-
€ı, övünülecek.
meşveret-i meşrua:
meşru
olan meşveret; dinin istedi€i,
dine uygun meşveret.
meşveret-i şer’iye:
dine, şeri-
ata uygun olarak yapılan meş-
veret.
mümkün:
mümkün, olabilir.
mürtebit:
irtibatlı, ba€lantılı.
müttehem:
suçlu sayılan, suç-
lanan.
nazar:
düşünme, fikir, görüş.
nöbettar:
nöbet tutmakla gö-
revli olan.
rabıta:
iki şeyi birbirine ba€la-
yan şey, ba€.
ruh:
karakter; can, öz.
sadef:
de€erli koruyucu kap.
seciye-i ‹slâmiye:
‹slâm'ın ta-
biatı, karakteri.
seyyie:
fenalık; suç, günah.
sırr-ı hikmet:
sebebin püf
noktası.
silsile-i nuraniye:
nurlu nesil,
nuranî silsile.
sirayet etmek:
bulaşmak; ya-
yılmak.
suizan:
fena, kötü zan, şüphe.
taife:
kavim, kabile, millet.
temas etmek:
dokunmak.
terakki etmek:
yükselmek;
artmak.
uhuvvet-i ‹slâmiye:
‹slâm
kardeşli€i.
umum:
bütün, cümle.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 350 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,340,341,342,343,344,345,346,347,348,349 351,352,353,354,355,356,357,358,359,360,...790
Powered by FlippingBook